Dilimizde “türedi” diye bir sözcük var. Türk Dil Kurumu’na göre, “1-Kendisinden umulmayan bir biçimde sivrilmiş ve hakkı olmayan bir duruma gelmiş (kimse), yerden bitme, zıpçıktı, 2- Nereden geldiği, nasıl ortaya çıktığı belirsiz, gerçek bir değeri olmayan” anlamına geliyor. Biz bu sözcüğü daha çok “türedi zengin” tamlamasıyla kullanırız ve bununla ani zenginleşmeyi anlatmak isteriz. Akşamdan sabaha servetine servet katma halidir bu, sebebi bilinmez, türlü rivayetler, tevatürler dolaşır, çeşitli kılıflar uydurulur ama o zenginliğin kaynağı hep tartışmalı kalır.
Türedi zenginler için uygun anlar, savaş dönemleri, bazı etnik ve dinsel gruplara yönelik baskı, şiddet, göçertme politikalarının uygulamaya konulduğu, ekonomik krizlerin yaşandığı ya da iktidar yandaşlığı sayesinde kamu imkanlarından yararlanma fırsatının çıktığı zamanlardır.
Örneğin, bizde bir Ermeni tehciri zenginleri vardır; ardından 6-7 Eylül olaylarından sonra Rumların mal ve mülklerinin yağmalanması sözkonusudur. Yine Bülent Ecevit’in iktidarında yani 1970’li yıllarda temel gıda maddeleriyle ilgili oluşan karaborsa ortamı türedi zenginlerin arayıp da bulamadığı fırsatlar yarattı. O yoklukta depolarını dolduranlar bir anda zenginleştiler. 1980 sonrasının türedi zenginleri ise bankerlerdi.
Türedilikte hükümetler ya piyasayı kontrol yeteneğini tümden kaybetmiştir ya da bizzat ani zenginleşmelerin seyircisidir, yol vericisidir ya da yaratıcısıdır. Böyle zamanlarda, insanın en ilkel, en vahşi, en merhametsiz, en vicdansız yanı ortaya çıkar ki, masumiyetini koruması büyük bir sınavdan geçmesi demektir.
Türedi gaspçıdır, çalar, çırpar kaçar. Mala mülke çöker ya da yokluk, kıtlık anlarında iyi fırsatçılık yapar. Vurguncudur, bir liralık malı beş değil, on değil 100-200 katına satar da hikmetinden sual olunmaz.
Barınma sorununun had safhaya ulaştığı şu son yıllarda, türediliğin hakim olduğu sektörlerden biri de gayrimenkul piyasası. Son derece denetimsiz olan sektör tam anlamıyla başıboş… Maliyet unsurları ile açıklanamayacak fiyat artışları sözkonusu…
Konut sektörü, son iki yıldır bir krizde idi. Ekonomik kriz ve yanlış konut politikalarından kaynaklı olarak, piyasada bir yavaşlama yaşanıyordu; çünkü kredi faizleri yükseldiği gibi inşaat maliyetleri de artmıştı. Fakat temmuz ayından itibaren bazı bankaların faiz indirimine gitmesi konut piyasasında da kıpırdanmaya yolaçtı.
Gelin görün ki, bunu fırsat bilenler bir günde astronomik artışlar gerçekleştirdiler. Örneğin, basına da yansıdığı üzere İstanbul’daki bir dairenin fiyatı bir günde 700 bin lira arttı. Bu artışın neyden kaynaklandığı sorulduğunda mülk sahibinin cevabı “Benim alacağım dairenin fiyatı da yükseldi” oldu.
Bu, Adam Smith’in görünmez el teorisi midir? Smith, her bireyin kendi çıkarı peşinde koşacağını, herkesin bencil olduğu toplumda uyumun, dışarıdan bir müdahale olmadan da kendiliğinden oluşacağını iddia eder. Yani piyasa şartlarında arz ve talebin dengesini bulacağını ve bunun da toplumun yararına olacağını söyler.
Bir günde fiyatı 700 bin lira artıran mal sahibi, hangi ek maliyet çıkmıştır ki bu kadar fahiş bir bedel istemektedir? Akıl ve mantıkla izah edilemeyecek kibirli doyumsuzluğun, bu bencilliğin topluma yararı var mıdır? Madem ki, bencillik eninde sonunda bir uyum yaratmaktadır; o halde milyonlarca insanın en temel ihtiyacı olan mekanı bulamaması bu dengenin ürettiği toplumsal maliyet değil midir? İnsanların barınaksız kalması ve sefil bir hayat yaşaması pahasına kurulan bu denge ne kadar insanîdir?
Liberal safsatalar, piyasacılığı aklileştirmeye çalışır. Görünmez el değil, basbayağı görünür bir el vardır ve o el kartellerdir, piyasayı denetimsiz bırakan hükümetlerdir, türedi zengin üreten sistemlerdir.