Bulaşıcı hastalıklarla ilgili olarak bugünkü bilincimizi kazanmamız kolay olmamıştır. Rosenau 16 Ekim 1913 tarihinde sağlığı koruma sorumluluğu ile ilgili olarak şunları söylüyordu:

'Bireylerin sorumlulukları ve kusurlu insan makinesinin kısıtlılıkları bize eskiden olduğundan daha belirgindir. Enfeksiyon artık işlenen günahın cezası ya da doğrudan günahın kendisi olmadığını, doğaüstü bir felaket olmak şöyle dursun basitçe biri konakçı diğeri asalak olan iki varlık arasında ki çatışmadır. Bir başka açıdan, o kadar açık olmasa bile esasında bir çıngıraklı yılanla avı arasındaki çatışmadan farklı değildir. Konakçı ve asalak arasındaki bu muharebe konakçıda bir tepki oluşturur ve bu tepkiye bulaşıcı hastalık diliyoruz. Bu çatışmayı oluşturan değişik öğeler sözgelimi asalağın saldırı biçimi ve konakçının savunma yolları dikkatle çalışılmıştır. Konakçının sert savunmasını en uygun olanın varlığını sürdürmesi ilkesine uygun olarak asalağın pençelerini de keskinleştirir böylece tepkiyi ya da hastalığın şiddetini artırır. Eğer asalak gereğinden fazla saldırgan ve kuvvetli ise kendi nesnesinin de hakkından gelmiş olur, aynen gemideki sıçanların durumu gibi. Bir başka gemiye geçme olanağı yoksa gemiyi delerek batırmaya yarar. Asalağın taşınma biçimi asalak için yaşamsal önemdedir, konak için de büyük bir pratik endişe nedenidir. Bu durumda, enfeksiyon hastalığı sadece sıçanlar ve gemi gibi değil aynı zamanda tohum ve toprak gibi asalak ve konakçıyla ilişkisi karmaşık bir olaylar dizisinin sadece bir evresidir.

Koruyucu hekimliğin boynuz kadehi sadece dolup taşmıyor değişik biçimlerde kutsanıyor da. Uygulama sonuçları açısından irdelendiğinde en önemlilerinden biri enfeksiyon kaynaklarının ve yayılma biçimlerinin daha iyi anlaşılmasıdır. Bir sağlık görevlisi için önemli olan hastalığın nedeninden çok etkenin bir kişiden diğerine bulaşma biçiminin bilinmesidir. Sarı ateşte bu yolla nedenini hala bilmememize karşın salgınları önleyebiliyor ya da denetim altına alabiliyoruz.

İnsan bulaşıcı hastalıklarının iki önemli kaynağı vardır insanın kendisi ve aşağı hayvanlar. İnsanın bulaşıcı hastalıklarının çoğu, özellikle salgın biçiminde ortaya çıkanlar insana özgüdür. Bu durum tifo, kolera, lepra, sıtma, sarı ateş, frengi, kabakulak, kızamık, kızıl, tifüs, çocuk felci, bakterisel menenjit, çiçek, suçiçeği, depreşen ateş, dang hatta büyük oranda veremde bu durum söz konusudur. Bu enfeksiyonların bazılarının deneysel koşullarda daha aşağı hayvanlara bulaştırıldığı doğrudur, ancak kural olarak doğal koşullar altında bulaşma söz konusu değildir. Bir başka deyişle, insanoğlunun yakalandığı birçok hastalık özgüldür; farklı enfeksiyonlarda özgüllük derecesi hafif değişiklik gösterir.

Bu nedenle insanın insan enfeksiyonlarının en büyük kaynağı ve rezervuarı olduğu açıktır. Bu bakımdan insan insanın en büyük düşmanıdır. Birçok bulaşıcı hastalıkla insandan insana bulaştığı esasından hareketle savaşılması gerçeği koruyucu hekimlikte en önemli ilerlemelerden biridir. Bu yeni düşünce geçen on yılda verem, tifo, beyin omurilik menenjiti ve diğer bulaşıcı hastalıklarla ilgili araştırmaların oluşturduğu kütlesel sağlık bilimleri çalışmalarının billurlaşmış ifadesidir. Eskiden sağlıkçılar çevreyi başlıca enfeksiyon kaynağı olarak sayardı. Şimdi biliyoruz ki su, toprak ve yiyecekler bazen bulaşıcı hastalık mikroplarının taşınabildiği taşıyıcılardır- yani enfeksiyon kaynağı olmaktan çok taşıma ortamıdırlar. Bulaşıcı hastalığa neden olan mini canlıların çoğu kırılgandır ve çevremizde, hava, su ve toprakta olduğu gibi ölürler. Bunların çoğu zorunlu hasta-ederdir, çevremizde büyüyemez, çoğalamaz; büyümez ya da çoğalmazlar.'