Yaptığı gaflarla meşhur Nureddin Nebati gitti. Gitti ama gafları hafızalardan hiç silinmeyecek gibi… “Sen maaş alıyorsun, en fazla neyini kaybedersin?” demişti bir seferinde. “Merkez Bankası’nı ve politika faizini önemsizleştirdik”, “Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun, mevzuatı da değiştiririz” diyen de oydu. “Şecaat arz ederken sirkatin söyler” misali, ülkedeki keyfiliğe dayalı yönetim anlayışını öyle güzel ifade etmişti ki, değme muhalif eline su dökemez.

İçinde “ışıltı” sözcüğünün geçtiği sözleri de unutulacak gibi değil.

“Ekonomi, gözlerdeki ışıltıdır. Gözlerime bakar mısınız? Ne görüyorsunuz?”

Işıltısının esbab-ı mucizesi, “Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heteredoks yaklaşım” benimsendiği ve günümüzde “davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi” önem kazandığı içinmiş…

Biz onun gözlerine baktığımızda ışıltıdan ziyade geleceği karartılmış, yoksullaştırılmış bir ülke görüyorduk ve “heterodoks” yaklaşımlarının tam bir enkaz yarattığını, bir avuç insandan oluşan beton lobisi dışındaki herkesin o enkazın altında kaldığını bizzat yaşıyorduk yaşamasına ama bir türlü anlatamıyorduk.

Meğerse hepimizin hayatlarıyla, hayalleriyle oynanan bir oyunun denekleriymişiz. “İrrasyonel” bir dünyanın içinde zihni sinir bütün teorilerin pratiği üzerimizde uygulanıyormuş. Çünkü Hazine ve Maliye Bakanlığı’na atanan Mehmet Şimşek’in, görevi devralırken yaptığı konuşmada çok dikkat çekici bir cümle var. Şimşek, "Türkiye'nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeceği kalmamıştır" diyor. Yani, kendisinden öncekilerin uygulamalarının irrasyonel olduğunu kabul ve itiraf ediyor.

Bu durumda; Erdoğan’ın “Benden başka bir şey beklemeyin. Bir müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim” demesi irrasyonel oluyor. Dahası, gündelik hayatın bütün sorunlarını çözme iddiasındaki din kuralı geçersizleşiyor.

Aslında uygulamalara bakıldığında, hiç ilgisi ve benzerliği bulunmadığı halde ekonomik model olarak gündeme getirilen “Çin modeli büyüme”nin tam bir saçmalık olduğu da kabul ediliyor. 100 liralık ihracat için 76 liralık ithalat yapılması gerektiğine dair açık gerçek orta yerde duruyorken, yüksek kurla ihracatın patlayacağını, bunun da üretimi ve istihdamı artıracağını düşünmek akıl dışı idi. 

Türkiye bir laboratuar, bir yap boz tahtası gibi görülüyor demek ki. Deneme yanılma ile el yordamıyla yol alınan, bu yapılırken de ödenen ağır bedellerin hiç akla gelmediği bir ülke…

Milyonlarca insanın içine düştüğü sefaletin hiçbir önemi yok. Elektrik, doğalgaz parasını ödeyemeyen, eti bırak bir kilo meyveyi dahi alamayacak, orta halli bir evi bile kiralayamayacak kadar sefilleştirilmiş halkın yaşadığı acıları akla hiç gelmese de olur. Bizim hayatlarımız bu kadar ucuz işte.

Akşamdan sabaha değişen politikalar, plansızlık, kur korumalı mevduat ile kamu kaynaklarının transferi başka nasıl izah edilebilir? Şimdi hepimiz birden soruyoruz:

“Biz bu bedelleri niye ödedik”

Şimşek, “Hükümetimizin temel hedefi toplumsal refahı artırmaktır. Önümüzdeki dönemde bu hedefe ulaşmada şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır" diyor ama bu söylemin sahiplerinin hiçbir inandırıcılığı kalmadı. “Kurala dayalı öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi”nin hiçbir zemini yoktur çünkü.

Türkiye, sadece ekonomide değil her alanda rasyonaliteyi kaybetti.