Önceki yazımızda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki dönemde izleyebileceği politikalar konusunda fikir edinebilmek için yapılacak en doğru şeyin oluşturduğu yeni Bakanlar Kurulu’na bir göz atmak olduğunu söylemiş...
Bakanlar Kurulunda Orgeneral Yaşar Güler’in Milli Savunma Bakanlığına getirilmesiyle Hulusi Akar ile Yaşar Güler arasındaki Akar’ın askerlik döneminden bu yana devam eden emir-komuta ilişkisinin sona erdirilmesine ve Akar’ın TSK üzerindeki etkisi ortadan kaldırılırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TSK ile bağlantısının daha “senkronize” hale getirilmesine dikkat çekmiştik...
Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı görevinden alınmasını da 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sırasında ortaya çıkan istihbarat eksikliğine bağlamıştık. Ancak öyle görünüyor ki, Fidan, daha sonra Suriye ve Mısır gibi Türkiye’nin devletler arası ilişkileri kesmiş olduğu ülkelerle temasları başarıyla yürütmesi nedeniyle Dışişleri Bakanlığı’na getirilmiştir.
***
Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’na son verilmesinin de bu “siyasi senkronizasyon” çabalarının bir parçası olduğu anlaşılmaktadır...
Bilindiği gibi, Soylu İçişleri Bakanı olarak Jandarma, Emniyet ve AFAD gibi önemli devlet kuruluşlarının başında bulunmaktaydı...
Ancak AKP içinde Soylu’nun bu kuruluşlarda kişisel yakınlıklara dayanarak kendine bağlı bir ağ oluşturduğu yönünde yoğun şikayetler vardı.
***
Bu ağı kullanarak siyasetteki yükselişini daha ileri götürmek istediği söylenen Soylu’nun son dönemdeki en önemli özelliklerinden biri MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin AKP içinde en fazla sahip çıktığı ve desteklediği politikacı olmasıydı...
Bilindiği gibi MHP’ye yakın çevreler Soylu’nun bir ara istifa etmesi üzerine sosyal medyadan verdikleri destekle onun geri dönmesini sağlamış, Bahçeli de “Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye? Kim demiş Sayın Soylu kimsesiz diye?” sözleriyle Soylu’ya sahip çıkmıştı...
Buna karşın AKP medyasının önde gelen temsilcisi Sabah gazetesinin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu o dönemde şu satırları kaleme almış bulunmaktaydı:
“Şahıs bazında kurulan sempati halkaları, ancak kurumsal yapıların içinde liderliğin sürükleyici gücüne uyumlu ve kalibreli ekiplerle anlamlıdır. Cumhurbaşkanı dere geçerken at değiştiren bir siyasetçi olmadığı için günün ve görevin gereklerini gözeterek sağduyulu davranmıştır. Cumhurbaşkanı’nın bu tarzı özgündür ve geleceğe dair siyaset mühendisliği öngörülerine dalanlar için yanlış yorumlanmamalıdır.”...
Yakın zamanda Süleyman Soylu’nun ilişkileri üzerine arkadaşı Barış Pehlivan ile birlikte bir kitap yazmış olan Barış Terkoğlu da bu değişiklikleri “Erdoğan bir şekilde Süleyman Soylu, Hulusi Akar gibi kendi siyasi kimliklerinin içerisine o koltuklarda süreklilik oluşturmuş ve bu sayede bir güç merkezi oluşturmuş kişileri dağıttı” sözleriyle yorumlamıştır.
***
Bahçeli’nin yeni kabinenin açıklanmasından sonra takındığı ihtiyatlı tutum, MHP cephesinde bu değişimlerin pek hoş karşılanmadığının en açık kanıtıdır...
Ne var ki, sorunun yalnızca “Soylu sorunu” ile sınırlı olmadığı da ortadadır...
AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı bir anlamda 12 Eylül döneminde devlet politikalarına yön vermiş “Türk-İslam sentezi” teorisinin hayata geçmiş haliydi. Özellikle seçim sürecinde Hüda-Par’ın da ittifaka dahil edilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, bu sentezin oluşturulmasını mümkün kılan hassas terazinin dengesinin bozulduğunu ve MHP kanadının bu durumdan hoşnut olmadığını göstermektedir.
(Devam edecek)