Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurucusu Mao Zedung'un, özyeterliliğe sahip, dışa kapalı ülkesi 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) üye olduğunda küresel bir güç olma yolunda çok önemli bir mesafe aldı. DTÖ'ye üyelik bir küreselleşme stratejisiydi. Artık, ekonomik gücünü sadece kendi sınırları içinde tahkim eden bir ülke yoktu karşımızda... Rekabet gücünü artırmak isteyen ve yeni pazarlar bulma konusunda iştahlı davranan bir ülke vardı.
Çin, bir yandan yabancı yatırımcıları ülkeye çekmek için küreselleşme stratejisine uyumlu teşvik, destek mekanizmalarını devreye sokarken 2000'li yıllardan itibaren kendi girişimcilerini, dünyanın dört bir yanına göndermeye başladı. 'Bir Kuşak Bir Yol' projesi de yeni yatırım alanları açmanın bir aracı olarak gündeme getirilmiş bir projedir.
Çin'de dış yatırımlar konusunda politikalar geliştiren, strateji belirleyen, planlama yapan iki kuruluş, Ulusal Kalkınma ve Reform Komisyonu (UKRK) ile Çin Ticaret Bakanlığı'dır. Ülkenin ayrıca, sermayesinin tamamı kamuya ait olan Çin İhracat-İthalat Bankası da bulunuyor. Bu banka, başta Afrika ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde yüzlerce projeyi finanse ediyor.
Neoliberal politikaların karşısında devlet destekli kapitalizmi geliştiren Çin, Deng'in ölümünden sonra ekonomide yaşanan durgunluğun aşılması için kamuya ait olan şirketlerin önemlilerini yeniden yapılandırdı. Ekonomik döngü içinde yarar sağlamayacağı düşünülenleri ise özelleştirdi. Büyük şirketlerin, devletin kontrolünden çıkmasına hiçbir zaman izin verilmedi. Nitekim, dünyadaki en büyük 20 devlet mülkiyetli şirketin 13'ü bugün Çin'de bulunmaktadır.
Dünya Ticaret Örgütü'nün üyesi olunca, sayılardaki olağanüstü sıçramaların da gösterdiği üzere Çin, küresel sermaye için daha cazip bir ülke haline geldi. Liberal adımlar atılmasına rağmen, yabancıların dışarıdan son ürünü getirip satması mümkün değildi; ancak üretimde kullanılması halinde ithalat yapılabilirdi. Bu konuda katı uygulama kısmen değiştirilse de tam serbestlik hiçbir zaman yabancılara tanınmadı.
Şu rakamlar, Çin'deki dudak uçuklatan ekonomik gelişmeleri çok net göstermektedir.
2007 yılında 26,5 milyar dolar olan dış yatırım, 2013'te 107,8 milyar dolara yükseldi. 2015 yılı verisi ise Çin'e gelen doğrudan yabancı yatırımın 135 milyar dolar olduğunu göstermektedir. 2015 yılında Çin'in dışarıda yaptığı yatırım tutarı ise 145 milyar dolardır. Ve bu yatırımlar içerisinde özel mülkiyetli şirketlerin payı yüzde 50'lerin üzerindedir.
Hızla büyüyen Çin, dünya ticareti içindeki payını sürekli artırıyor hala. Ancak 'Made in China' markalı ürünler dünyanın her yerinde satılıyor.
Türkiye piyasasına tamamen Çin mallarının hakim olduğu bilinmektedir. Çekirdekten saate, bilgisayarlardan boya malzemelerine, oyuncaklardan lambaya kadar hemen her sektörde piyasayı Çin malları kaplamış durumda... Ancak bu ürünler, bir Alman sanayisinin kalitesine sahip değil. Bunun sürdürülebilir bir durum olmadığını artık fark eden Çin, artık rotasını ileri teknoloji ürünlerine çevirmiş gözüküyor. Bilimsel makale sayısında, marka-patent başvurularında Çin'in son yıllarda elde ettiği başarı, bu anlamda çok dikkat çekicidir ve ileri teknoloji hattı daha da güçlendiriliyor. Nitekim, Çin Komünist Partisi 19. Ulusal Kongresi'nin Ekim 2020'de gerçekleştirilen beşinci genel kurulunda kabul edilen 14. Beş Yıllık Plan (2021-25) ileri teknoloji vurguları taşımaktadır.
Büyük bir stratejik dönüşüme işaret eden planda, otonom teknolojiler; yeşil kalkınma, kentleşme tarzı gibi konular yeralıyor. Yapay zeka, çipler, bulut bilişim ve 5G gibi teknolojilere yapılan büyük yatırımlar hatırlatılarak 'inovasyonun Çin'in modernizasyon hamlesinin kalbinde yer almaya devam ettiği' belirtiliyor. Örneğin, AR-GE harcamalarının yıllık yüzde 7 artırılması öngörülüyor ve dijital ekonominin 2025 yılına kadar Çin'in ekonomik üretiminin yaklaşık yüzde 10'unu oluşturması bekleniyor.
Şimdi ulusal gelişmenin stratejik hedefi, 'teknolojide kendine yeterlilik'...
(Devam edecek)