Futbol sezonu Avrupa kupaları yüzünden erken açılıp, milyon eurolarca para harcayarak kendi seviyelerinden çok çok aşağılardaki rakipler karşısında kulüplerimizin ülke puanına yaptıkları katkılarla Türkiye’nin birdenbire 9.sıraya yükselmesiyle zaten futboldan başka bir şey yazmayan-konuşmayan anlı-şanlı medyamızı coşturmuşken, bir de muhteşem bir performansla yıllardır bizi başarılarına alıştıran kadın voleybolcularımızın gerek Milletler Ligindeki şampiyonluğu ile birlikte dünya sıralamasında 1.sıraya yükselmesi gerekse Avrupa Şampiyonasındaki müthiş başarısıyla haklı olarak futboldan kalan yerleri doldurmasıyla çok önemli branşlardaki bazı utanç verici sonuçlar yeterince dile getirilemedi.
Elbette ki amacımız bu branşların başarılarını gölgelemek, onların ülke için yaptıklarını görmezden gelmek değil… Özellikle Voleybolda yakalanan müthiş çıkış ivmesini sağlayan başta Voleybol Federasyonu Başkanı Mehmet Akif Üstündağ’ı, ondan önce çorbada tuzu olan eski başkanları, yönetimlerini, yıllardır kulüp olarak inanılmaz direnç gösteren, bu sporu sevdiren çok değerli kulüplerimizi, emeği geçen herkesi yürekten kutluyor ve önlerinde saygı ile eğiliyoruz. Ülkemizin haklı gururu olan Voleybol ile ilgili değerlendirmemizi önümüzdeki günlerde geniş bir şekilde yapacağız.
Ancak biz, sporların anası sayılan Atletizm ile bizi bir zamanlar başarılara, Dünya ve Avrupa ikinciliklerine alıştırmış Basketbol branşlarındaki önlenemeyen düşüşlere dikkatinizi çekmek istiyoruz. Çok fazla geri gitmeye gerek yok… Atletizmde Budapeşte’de 19 -27 Ağustos tarihlerinde yapılan Dünya Şampiyonası ile Basketbolda 12-20 Ağustos tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen FIBA Olimpiyat Ön Eleme Turnuvasında yaşananları dile getirmeye çalışalım…
Önce Basketboldan başlayalım… Uzun yıllar hasretini çektiğimiz Olimpiyatlara katılma konusunda bize yolu açacak olan, üstelik ülkemizde yapılan bu ön eleme turnuvası öncesi yaşananlar, aslında bu federasyonun ne durumda olduğunun en büyük göstergesiydi. Bu turnuvada büyük ihtiyaç duyduğumuz devşirme sporcularımız Shane Larkin ve Scottie Wilbekin’in sakatlık gerekçeleriyle görevden kaçmaları, umut beslediğimiz bazı NBA patentli oyuncularımızın da yorgunluk bahaneleriyle kamplara katılmadan sadece maçlarda oynayabileceklerini açıklamaları inanılmazdı. TBF’nin araya girerek Cedi Osman dışında bir formül bulma çalışmaları ile başkanın “Her şeyi turnuva sonunda açıklayacağım” demesinden sonra verilen göstermelik cezalar, kelimenin tam anlamıyla bir fiyaskoydu. Üstelik ön eleme turnuvasında yer alan takımlardan gerçek anlamda rakibimiz bir tek Hırvatistan’dı. Diğerleri ise dünya sıralamasında bizden çok geridelerdi. Nitekim aldığımız farklı sonuçlar da bizi teyit ediyordu. Hırvatistan ile yaptığımız olimpiyat elemelerine katılabilme niteliğindeki final maçının sonucu bizim gerçek durumumuzu ortaya serdi.
Gelelim son zamanlarda ne yaparsa yapsın, spor teşkilatının vazgeçilmez başkanı önderliğindeki Atletizm branşımızın son dünya şampiyonasındaki fecaat durumuna…
Budapeşte’ye medet umduğumuz devşirmesi, emekliliği gelmişi ile birlikte umut bağladığımız gençlerden oluşan 17 sporcudan oluşan bir kalabalık bir kafile ile katıldık. Madalyayı bırakın, puan bile alamadık.
Bizim asıl üzüldüğüm gençlerimizin bu kadar kötü performans sergilemeleri. Oysa ne kadar da umutluyduk ne kadar da gurur duyuyorduk onlarla…Çok güzel bir deyim var, “Balık baştan kokar” diye… Maalesef son derece doğru bir deyim. Ülkemiz hala yapılan manipülasyonlar yüzünden World Athletics tarafından açıklanan utanç listesinden kurtulamamışken, Bakanlığımız ve Spor Teşkilatımız bunun hesabını sormamışken, sporcularımızın bundan etkilenmemesi düşünülebilir mi? Bilmem başka bir açıklamaya gerek var mı?
Bu iki federasyonumuz sanmasın ki bu fiyaskoları, Futbol ve Voleyboldaki başarılar yüzünden unutulacak. Tüm bunlar spor tarihimize birer kara leke olarak tek tek yazılacak…
Ve elbette ki mutlaka bunların hesabı da bir gün sporumuzun geleceği için mutlaka sorulacak.