Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu geride bıraktık; çok güçlü bir değişim arzusu ortaya çıkmışken, ekonomik kriz nefesleri kesmiş, üstüne üstlük depremle koskoca bir ülke sarsılmışken Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu kaybetti. Oysa, muhalefet lehine bir siyasal değişim yaşanacağı ve Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarının sona ereceğine kesin gözüyle bakılıyordu.
Baskıcı siyasal iklimden bunaldığı veya artık yaşama imkanları kalmadığı için yurtdışında yaşamak durumunda olan veya Türkiye’de olup da gitmeyi düşünenler için de cumhurbaşkanlığı seçimi önemli bir dönemeç idi. Uzun zamandır yetişmiş nitelikli işgücünü batı ülkelerine kaptıran Türkiye’de gençler, ülkeye dönmek veya ülkeyi terk etmek konusunda karar verebilmek için de bu seçimleri bekliyordu. Dolayısıyla muhalifler açısından tam bir moral çöküntüsü yaşanıyor. Bu tükenmişlik ve çöküntü hem mekanlarda hem sosyal medyada çarpıcı örneklerle kendini gösteriyor.
Sonuçlar üç aşağı beş yukarı belli olduğunda Kılıçdaroğlu’nun en az 2-3 kat fark attığı Ankara Dikmen, Çayyolu, Batıkent, İstanbul Bağdat Caddesi, Beşiktaş, Kadıköy gibi bölgelere ölüm sessizliği çöktü, sokaklar tenhalaştı ve ağır yenilgiyle yüzler solgunlaştı.
“Erdoğan bu kez gidecek” halet-i ruhiyesi öyle bir zirve duygu yarattı ki, haliyle ortaya çıkan sonuç da betona çakılmak gibi oldu. Cumhur taraftarları ise ellerinde bayrakları, son ses çaldıkları Dombra şarkısı, tekbirleri, sloganlarıyla kazanmanın sevincini yaşadı.
Her seçimin bir kaybedeni bir kazananı vardır. Ama öyle seçimler vardır ki, yenilgi veya zaferin ötesinde anlam ve sonuçlar taşır.
Ünlü sanatçımız Fazıl Say, 15 Mayıs sabahı "Bu sabah; kafamda pek çok soru var hiç birine cevap yok. Şu andan itibaren susuyorum çünkü cevaplarım yok. Hep de susacağım sanırım. Nasıl oldu, neden oldu, ne oldu, yaşamımız, yaşamım, umutlar, hak, gelecek. Hiç birine yok. Bu sabah ben bu sabaha susuyorum. Hayat artık bu sabah" ifadelerini paylaştı. Aynı minvalde yazılmış çok sayıda yazı var ve bu sözler, özellikle laik, sol çevrelerde bir geri çekilmeyi, tükenmişliği ifade ediyor. Öfke, anlaşılamamış olmanın verdiği kırgınlık ve sitem dolu sözler ise gırla…
“Ben mangalımı yakıp, rakımı içiyorum, sen ömrünü ucuz ekmek kuyruklarında geçir”
“Zafer kazandık yazan aile fertlerimi attım”
“Watsap hikayesinde reis paylaşan numaraları çıkardım.”
“Çocuğuma burs çıkmadı diye üzülme, sen onu AKP’ye oy verirken düşünecektin.”
“Çalıştığım yere bir vatandaş geldi "İşsizim, Ekmek alacağım param yok. Yardım edin lütfen" dedi "BİR şey sormak istiyorum" dedim. "İKİNCİ SEÇİMDE OYUNU Kime verdin " Diye sordum Reise DEDİ. AKP Binasına git dedim. Elimdeki 30 TL yi cebime koydum. Huzursuzum”
“Bilmediğiniz fakir fukaraya yardım etmeyiniz. Askıda ekmekmiş, faturaymış diyerek kimsenin elektrik veya doğalgaz borcunu ödemeyiniz. Devletimiz bakar artık!!”
“Acırsam namerdim, beter olun”
İktidar yanlıları ise seçim sürecindeki düşmanlaştırma siyasetini kanırtarak devam ettiriyor. Kimi, bütün CHP’lileri İzmir’de toplayıp denize dökmekten bahsediyor kimi “Koyduk mu?” diye nara atıyor, kimi “alçak, hain, terörist” diye yaftalama yoluna gidiyor.
Kamplaşmanın ve bölünmenin, iki farklı kesimin birbirinden tümüyle kopmasının en uç örnekleri bunlar.
Çok uzun zamandır, halkın ortak sevinç ve üzüntüyü kaybettiği yazılıp çiziliyordu;
hale bakılırsa zaferin kime ait olduğu artık önemsiz…
Çünkü, hiçbir duygudaşlık kalmamış…
Toplum olamayan, yığınlaşmış Türkiye, hepten kaybetmiş.