Türkiye'de kirlilik deyince hemen akla gelenler; su kirliliği, hava kirliliği, atıklar, gürültü kirliliği, erozyonun yarattığı çevre problemleridir. Çevre Kirliliği için çevrenin doğal olmayan bir şekilde insan eliyle bozulmasıdır da diyebiliriz.Ülkemizde olduğu kadar bütün ülkelerde de her türlü felaketin temelinde,“Çevre Kirliliği’’ egemendir. Çevre kirliliğinin en önemli nedenleri :hızlı nüfus artışı, plansız kentleşme, plansız endüstrileşme, doğal kaynakların ölçüsüz kullanılması olarak sıralanabilir.Kısa bir süre önce Türk Tabipleri Birliği günümüzde atık suların en az %80'inin arıtılmadan doğaya geri döndürüldüğünü ve bu atık suların doğal su kaynakları için önemli bir kirlilik tehdidi oluşturduğuna dikkat çekti. Türkiye'nin tatlı su kaynakları açısından "su sıkıntısı çeken" ülkeler arasında yer aldığını belirten Türkiye Tabipler Birliği, mevcut su kaynaklarının korunmaması durumunda 2030 yılına varmadan Türkiye'nin "su fakiri ülke" kategorisine girme riski taşıdığını belirtiyor.
Doğaya ve çevreye sahip çıkılması konusunda her şey olup bittikten sonra “iyileştirmeler” yapılması yerine, bozulmayı “önleyici” önlemler alınması yoluna gidilmelidir. Bu bağlamda “ekoloji” (çevrecilik) politikası bir tür ekonomik gelişme politikası da demektir.Önleyici ekoloji politikaları için belli başlı örneklere gelince:
-Doğa, zehirlerden ve zehir içeren maddelerden (benzindeki kurşun, pillerdeki cıva, renkli plastiklerdeki kadmiyum, plastiklerdeki tuz asitleri gibi) kesinlikle korunmalıdır;
-Tarımda, nitrat gübresi yerine doğal gübre kullanılmalı, tek kültür yerine değişken kültür özendirilmelidir;
-Dizel motorlarında katalizör kullandırılmalıdır;
-Denizler, göller, akarsular, hava zararlı atıklardan korunmalıdır.
-Önleyici politikaların uygulanması için yapılacak giderler, sebep olana yükletilmelidir.
-Öte yandan, ülkemizin çevre yönünden en önemli sorununun “deprem” ve “sel” gibi doğa afetleri olduğu hiçbir şekilde gözlerden uzak tutulmamalıdır. Teknik-ekonomik-mali-örgütsel yönleriyle depreme dayanıklı yapılaşma konusuna büyük ağırlık ve öncelik verilmelidir. Bununla bağıntılı olarak, halkta deprem bilincinin oluşmasına çaba harcanmalıdır.
-Çevrecilik-sağlık-kentleşme-imar-atık suların arındırılması-itfaiye –elektrifikasyon-ulaştırma gibi teknik ağırlıklı konular yerel yönetimlere bırakılmamalı, merkezi yönetimin sorumluluğunda olmalıdır. Bu tip kuruluşların teknik kadroları, mutlaka merkezi örgüt tarafından sağlanmalı ve yönlendirilmelidir. Belediyelerin teknik işlerinde yöneticilik yapanlar bunun anlam ve önemini çok iyi bilirler, çünkü acısını çekmişlerdir.
-Ekoloji (çevrecilik) politikasının bir başka önemli bölümü de “enerji politikası” dır. Özellikle atom santralleri üzerinde çok büyük bir hassasiyetle durulmalıdır. Politikacılar, bu konuyu sömürme eğilimindedirler. Farkında olmadan ateşle oynamaktadırlar. Nükleer atıkların çevre için büyük tehlikeler taşıdığı ve bu tehlikenin bin yıl dahi sürebildiği de unutulmamalıdır.
-Hele hele, deprem rizikolu yerlerde kurulan nükleer enerji santrallerinin, beklenmedik bir zamanda aniden birer “ölüm makinesi” hâline gelivermesi işten bile değildir. Ülkemizde, hidrolik enerji kaynakları tükeninceye kadar su santrallerinin yapımına devam olunması ve bu arada, “güneş enerjisi” “rüzgâr enerjisi” gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının ve yerli termik enerji imkânlarının geliştirilmesine ağırlık verilmesi izlenilecek en mantıklı enerji politikası olabilir.
-Ayrıca, bir de, ülkemizde enerji savurganlığı olduğu unutulmamalı ve enerjinin akılcı (rasyonel)kullanılmasına büyük önem verilmelidir. Bu yapıldığı takdirde, enerji üretim kapasiteleri gereksiz yere şişirilmiş olmayacak, yatırım giderleri de düşecektir.