Çok değil birkaç yıl önce Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde 80 kişinin hayatını kaybettiği bir sel felaketi yaşandı. Aynı şekilde Giresun’da da büyük can kayıpları oldu.
Sel, yangın, heyelan, çığ, deprem gibi doğal afetler Türkiye’nin dört bir yanında büyük acılar yaşatıyor bize…
Yurttaş olarak hepimiz bekliyoruz ki; yaşanan felaketlerden ders çıkarılsın, bir şey öğrenilsin ve aynısı tekrarlanmasın. Ama Türkiye’de bu beklentinin beyhude olduğu sayısız kere anlaşılmış durumda.
Felaket, ölenler için birkaç gün süren ağıt, “gerekli tedbirler alınacaktır” türünden yatıştırıcı resmi açıklamalar, kader deyip sorumluluğu her fırsatta Allah’a havale eden alışkanlık, unutma süreci ve önceki yanlışlıkların aynı ile devamı…
“Türklerde soyut düşünme yeteneğinin olmadığı” yönünde ileri sürülen tezlere haklılık kazandıracak türden bir kısır döngü devam edip duruyor. Soyut düşünme yeteneği yoksa yaşanılan acı deneyimler de mi öğreticilikten uzak bize…
Neden mi? Rize, Artvin bölgesinde meydana gelen selden sonra yansıyan görüntüler, bir türlü akıllanmadığımızı gösteriyor. 400-500 yıllık tarihi köprüler öylece duruyor ama yeni yapılanlar yıkılıyor. O köprüleri yapanlar, hiçbir mühendislik eğitimi almamışlardı, devasa kamyonlar, vinçler yoktu ama geleneksel ustalığın bütün inceliklerine ve titizliğine sahip olmalılar ki, eserleri ayakta durabiliyor.
Başka bir görüntüde derenin içine yapılan bungalov evlerin suyun içinde yüzdüğünü, asfalt yolların bir kağıt gibi yırtıldığını görüyoruz. Tam ibretlik hal…
Görgüsüzlük, cin fikirlilik, açgözlülük, doğaya ve insana saygısızlık, hadsizlik, kanunsuzluk, keyfilik, plansızlık… Hepsi var. Neymiş, gelen turistler akan dereyi seyrederek keyif sürecekmiş… Bu keyif de turizm girişimcisine, ülkeye para kazandıracakmış, ekonomi canlanacakmış…
Bu mantıkla ülkede bütün sahiller neredeyse halka kapalı hale geldi. Anayasaya göre kamuya açık olması gereken sahillerde ücret ödemeden denize girmek imkansız gibi şimdi… Koyları özel turistik işletmeler kullanıyor. Şimdi de anlaşıldığı üzere orman içinde, dere kenarında bungalov modası başladığından yaylalar, ormanlar kullanıma açılmış.
Hangi mühendislik ilmi, hangi kadim bilgi size derenin tam da içine bungalov ev kondurmayı emrediyor? Hangi şehircilik anlayışına akarsu yataklarına apartman dikmek, hemen kenarına havaalanı kondurmak ya da asfalt yol yapmak sığıyor da valisi, kaymakamı, belediye başkanı izin veriyor?
Hangi siyasi yandaşlık, bürokratik teşvik ve destekten cesaret alınarak hiç olmaması gereken yere bungalov ev kondurulup, üstüne üstlük kanalizasyon atıkları akarsuya boşaltılıyor?
Bölgede 8 bin civarında olduğu söylenen bungalov evlerin ruhsatı, projesi var mı?
Valiliklerde, kaymakamlıklarda, belediyelerde şehir plancısı, mimar, mühendis yok mudur hiç?
Var ise ne iş yaparlar? Hiçbiri mi meslek etiğini hatırlamaz da bu çarpıklık sürüp gider?
Siyasetçisi, girişimcisi, bürokratıyla her alanda yağmayı, talanı, doğa tahribatını normalleştiren, piyasacı, kamu çıkarlarını gözetmeyen bir düzen var. Bu düzeni şimdilik halk iradesiyle değiştirmek zor gibi görünüyor ama doğa intikamını alıyor.
Halkın yapamadığını doğa yapıyor.
Siz de Fırtına Vadisi gibi muhteşem bir doğanın içinde suyun hemen kenarında bulunan bungalov evin sel tarafından yutulmasından garip bir haz aldınız mı? Yüreğiniz soğudu mu biraz?
Şahsen ben, doğanın kendisinden çalınanı almasını keyifle izledim.
Derelerin intikamı
Kelime ATA
Yorumlar