Son yazımızda “Doğurganlık oranı bu ücretlerle artırılır mı?” sorusunu yöneltmiştik. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çocuk yardımı adı altında verdiği bin 500-5 bin TL arasındaki ücretin yüksek enflasyonun yaşandığı bu koşullarda çocuk sahibi olmak isteyen ebeveynleri ikna etmeyeceğini anlatmıştık.

Bu arada da geçmiş yıllardan bildiğimiz çocuk yardımı konusunda verilen maddi destekler sonucu ailelerin birçoğunun 3-5 çocuk sahibi oldukları da bilindiği için çalışan ana-babanın maaşlarının ilk çocuk için yüzde 20 artırılmasını, ikinci çocuk için yüzde 35 artırılması, üçüncü çocuk için maaşının yüzde 50 oranında artırılmasını, bu tutarların da ilkokula başlayacağı yaşa kadar ödenmesini önermiştik. Yine eşi çalışmayan tek tabanca erkeğin maaşında ise bu oranları ilk çocukta yüzde 40, ikinci de yüzde 50, üçüncü de yüzde 70 artırarak ödemesi gerekiyor ki bu baba çoluğuna çocuğuna bakabilsin” şeklinde öneride bulunduk.

Söz konusu bu ücretler “kamu çalışanı için devlet rahatlıkla ödeme yapabilir ama, özel sektördeki ana/baba ne yapacak” soruları geldi.

Genç nüfusun yok olduğu doğurganlık hızı oranının gerilmesini durdurmak bir topyekun karardır. Bu nedenle de özel sektörde çalışan kişi maaşını işyerinden alacaktır, ancak doğan çocuklarına ilişkin yukarıda verdiğimiz maaş farkları ise işveren tarafından bordrosuna yatırılan ücret baz alınarak hazine tarafından karşılanmasıyla çözülür.

Son yazımıza okurların yukarıdaki sorularının yanı sıra, bakanlık da yapmış iki siyasetçi, bir de Ankara’da bir üniversitenin dekanı dostumuzdan önemli değerlendirmeler geldi. Bunları da gündemdeki bir konu olduğu için okurla paylaşmayı doğru buluyorum.

AK Partili siyasetçi yazımız üzerine “Çocuk için para vermek, yoksul ailelerde doğurganlığı, bu da yoksulluğun kitleselleşmesini sağlar. Türkiye zaten son 40 yılda 40 milyon çoğaldı. Mülteciler hariç. Bir süre durmakta fayda var. Bu artışa eğitim, sağlık, istihdamda yeterli karşılık veremedikten sonra kuru kalabalık bir nüfus neye yarar” yorumunu dile getirdi.

Bir diğer AK Partili siyasetçinin yazımızdaki önerimizle ilgili değerlendirmesi de dikkate değerdi. Maaşlarda çocuk sayısına göre yapılacak artışların oluşturabileceği sakıncalara şöyle dikkat çekti:

“Bu ücretlerin çocuk başına verilmesi halinde özel sektör bekar çalışan ya da tek çocuklu çalışan arayışına girebilir. Bu ücretler nedeniyle kırsaldan kentlere büyük göç olma ihtimali oluşabilir. Kentte yaşayan insan ise çok çocuk istemiyor. Böyle bir ücret politikası ile doğurganlık hızının artırılması durumu, kırsalda yaşayan çalışanlar için etkili olur.”

“Çocuk başına verilecek farkların ücretlerde oluşturacağı artışların yanı sıra, kırsal kesimdeki yaşam maliyetlerinin düşüklüğü nedeniyle kentlerden kırsala göç olmaz mı, bu durum kentlerdeki çarpık demografik yapının çözümüne de destek olmaz mı?” yönündeki sorumuzu ise “Kırsala dönüş çok kısıtlı olur diye düşünüyorum. Kent yaşamının tadını almış insanlarımızın, bu miktardaki para için kırsalda yaşamayı tercih edeceğini düşünmüyorum” sözleri ile değerlendirdi.

Daha ilginci kültürel süreçle ilgili değerlendirmesiydi!

“Bana göre kültürel yapı da değişti. İnsanlar çok çocukla uğraşmak istemiyor. Bireysellik ve bencillik çok arttı. ‘Kazan kendin için harca’ modunda çoğu insan. Aslında doğurganlık konusunda sosyolojik bir çalışma yapılması lazım. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş süreci ve sancısı halen yaşanıyor” tespiti yaptı.

Ankara’da bir üniversitede Dekan olan Profesör hocamız ise yazımızdaki ücret politikası örneklerine benzer uygulamaların İskandinav ülkelerindeki ile kıyaslayan bir değerlendirme yaptı. Bu ülkelerde çocuk sayısının artırılması amacıyla devletin izlediği stratejiyi ise hocamız “İskandinav ülkelerinde anne babaya toplam 18 ay ücretli izin veriliyor ve çocuk 18 aylık olmuş oluyor. Kreş devletin, ücretsiz anne baba konforlu şekilde çocuklarını büyütüyor. Çocuk başına verilen ücret 18 yaşına kadar ortalama bugünün parasıyla her ay 10 bin TL civarında” sözleriyle anlattı.