Türkiye'de sosyal ve siyasal yaşam giderek kabusa, karabasana dönüşüyor. 'Bilinemezliklerle' kuşatılmış durumdayız. Olayları, olguları ne kadar kontrol edebiliyoruz? Hangi olasılıkları öngörebiliyoruz? Hiç bir şeyi kestirmenin olanağı yok. Bahtımızın rüzgarına pupa yelken açmış gidiyoruz. Gidiyoruz ama nereye? 'Ah, bunu bir bilebilseydik!'
Aslında derin çelişkiler ülkesinin 'zavallı bireyleri' durumundayız gelinen noktada. Lüks mağazalardan 'İndirim sezonu' alış verişi, sırtımıza orta sınıf 'marka' gömlek, ayağımızda 'İhraç artığı' ayakkabıyla 'sınıf atladığımızı' sanıyoruz. 'İkinci el' lüks cipler 'modernleşme arzumuzu' yatıştırmaya yetse de, geleneksel kültürümüzün en uç dışavurumu kadın cinayetlerini nereye koyacağız?
Ankara'dan bakınca durum nasıl görünüyor? Buna ancak 'Ulemalar' cevap verebilir. Meydanlara bakınca, tarihi gerçekleri hatırlayınca ne yazık ki, uygar bir toplum olmaktan çok uzağız. Beklenen ve istenen çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktı en büyük hedefimiz: Ne yazık ki bu da hayal oldu.
***
Açalım konuyu: 'Cumhuriyet'in temeli kültürdür' demişti Atatürk. Kültür Bakanlığı'nı 1972'de kurduk. İlk Bakan da Talat Sait Halman'dı. Sonraları Turizmle birleştirdik. Gene ayırdık. Her gelen bakan kendi ideolojisine göre icraat yaptı. 'Ben kültür adamı değilim !' diyen bakana bile tahammül ettik. Cumhuriyet erdemler rejimi'ydi ama yıllar içinde ve bugün olduğu gibi demokrasiyi yozlaştırdık. Çirkinleşen siyaset, özellikle yaklaşan seçim kampanyalarıyla kültürü olmayan boyutlara ulaştı. Öylesine ki iş vekil, bakan, genel başkan düzeyinde. Kasetli demokrasiye dönüştü, ileri demokrasiye geçeceğimize dair de umutlar suya düştü.
***
Cumhuriyet tarihi boyunca şeriatçı kalkışmalara hoşgörüyle baktık. Atatürk'ün heykel ve büstlerine saldırılar hala devam ediyor. Hak aramalar bahanesiyle bayrağımızın yakılıp yerlerde parçalanmasını, gönderden indirilmesini hazmettik. Edep-adap-ahlak havarisi söylemlerle ortalığı inletenlerin hak-hukuk savunucularının, adaleti kendinden menkul, kalkınması yandaş eksenli siyasetin mağduru bir topluma doğru yönlendirilişimizi yadsıyabilir miyiz?
***
Tarih bilincinden yoksun çoğu tarihi gerçekleri saptırıcı, belleksiz bir toplumu ulemalara danışmakla, hesabını Allah'a vermekle övünenler; halka doğrular yerine kendi yarattıkları dünyalarında asıl gerçeklere sırt çevirmiş halktan kopuk bir iktidarla kaosa doğru sürüklendiğimizi göremeyecek kadar körleşmiş bir toplum oluşumuzun hala farkına varamayacak mıyız? Nutuk gerçekti; Atatürk'ün söyledikleri, ilkeleri, devrimleri bir hayal oldu.
Halkımız bu sandıkta da uyanmaz, hayalleri gerçek oldu diye pazarlayan siyaset bezirganlarına hak ettiği cevabı vermezse, uygar olduğumuzu savunabilir miyiz?
En ilkel toplumlarda bile görülmeyecek kadına şiddet-kıyım-öldürüm-sömürünün bütün hızıyla sürmesi; seçimlerde 100'e bile varmayacak kadın aday sayısıyla göstermelik yer verilmesi; kadının iş yaşamından çekilmesi ve kadın bakanlığının kaldırılmasının gündeme geldiği ülkemde nasıl uygar bir toplum olabiliriz ki? Kadını en az üç çocuk yapmaya koşullandıran anlayışla, nüfus sayısı büyük devlet olarak sayılmamıza yeter bir ölçüt olabilir mi?
***
Erkek egemen bir toplum olarak her yerde her şeyin erkekler tarafından belirlendiği gerçeğini yadsıyamayız elbette. Ekonomideki istikrarsızlığın en çok kadınları ve mutfakları vurduğu bu dönemde alkış yerine protestoları göremeyince de şaşırıyorum doğrusu. Toplumun huzuru, refahı ve ülkenin kalkınması için namus ve şeref üzerine yemin edenler unutmasın ki hiçbir makam, iktidar sonsuz değildir. Hedef 2023 sloganı bir ham hayal olur. Önümüzdeki süreçteki tuzakları doğru görelim. 'Bu seçimin Cumhuriyeti kurtarma seçimi' olduğunu asla unutmayalım. Hak aramasını bilen, hesap sormasını da bilir: Bizim başımıza gelenlerin hesabını soramamak bu kültüre sahip olamamanın sonucudur. Uygar toplum olmanın ölçütlerinden biridir bu. Bunu da halk sandıkta yapar.
***
'Kim kime dum duma kime dum kim duma' durumuna düşmeyelim. Yaklaşan seçim süreci nedeniyle çok sert geçeceği şimdiden belli olan kampanyalarda başarılı olmanın muhalefet için bir var olma mücadelesi anlamına geldiğini görmek durumundayız. Bize düşen ise en az hata ile en büyük başarıyı sağlamak, seçmenler ve bu toplumun bireyleri olarak üzerimize düşeni akıl bilim geçmiş deneyimler ışığında Cumhuriyetin 100. yılına ulaşmamızı diliyorum.