Kentsel gelişim konusunda ne zaman bir tartışma açılsa ve söz dönüp dolaşıp Ankara'ya gelse, başkenti istenilen seviyeye taşımanın formülü hemen ortaya konulur:

'Başkenti tanıtmalıyız.'

Bence, başkent için atılacak ilk adım 'tanıtım' olmamalı.

Öncelik, o tanıtıma temel oluşturacak hizmetlere verilmeli.

Yoksa bu haliyle tanıtım yapsan ne olur yapmasan ne olur?

Koca kentin, tarihi ve kültürel varlıklarının değerini bilme, modern yapılaşma maskesi altında içiş bücüş binaların dört bir yanda mantar gibi çoğalarak doğal güzellikleri katletmesine göz yum, sonra da 'tanıtım eksikliğinden' dem vur.

Önce yıkmamayı, kasıp kavurmamayı bir öğren, sonra tanıtımdan söz et.

Efendim, Londra, Paris, Tokyo ve niceleri tanınıyor da Ankara neden tanınmıyormuş!

Nedeni belli.

Eloğlu, doğanın bahşettiği güzellikleri korumuş,

Tarihi ve kültürel değerlerin üzerine titremiş,

Üstüne de bu değerlere değer katacak günü kurtarma düşüncesinden uzak planlı-programlı hizmetler eklemiş.

Durmamış, bir yandan da, bu değerlere sahip çıkacak nesiller yetişmesi için olanaklarını seferber etmiş.

Biz, daha ilkokul çağındayken şarkılar-türküler söyleyerek ormana 'baltalar elde' gitmeyi öğrenirken, aynı yaşlardaki eloğlunun zihnine kenti yeşillendirmenin yolları aşılanmış.

Özetle, Paris'in, Tokyo'nun seviyesine ulaşmaktan söz edilecekse eğer,

Çalışmaya işin alfabesinden başlamak gerek.

Dinozorlarla, fıskiyelerle bu iş olmuyor.

Oysa malzeme bol

Eksik olan ise sağlam bir yol haritası,

Kuyumcu titizliğiyle atılan adımlar,

Yediden yetmişe seferberlik.

Olmayacak iş değil.

Başka yolu da yok

Ankara'nın da ışıltı saçmasını istiyorsak eğer.