Laiklik, bir yaşam biçimidir. Karşıtlarının ileri sürdüğü gibi dinsizlik olmayıp tersine, dindarları da koruyan bir düşünce sistemidir. Çağdaş yaşamın simgesi, insan ve ulus olmanın da bir ölçütüdür.

Sevgili Atatürk’üm!

Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini attığın Sivas’ın gönlümdeki yüce yerini günün birinde, şeriatçı yobazların karartabileceğini nereden bilirdim!

Ne acıdır ki, gönlümü -bütün Atatürkçülerin gönlünü- karartan bir uğursuz olay yaşandı Sivas’ta. Hâlâ onulmaz acısını, yasını yaşıyoruz. Çağdışı, insanlık dışı bu olayın dünya durdukça belleklerden silinmeyeceği kesin.Oysa, “Pir Sultan Abdal Şenlikleri için 30 Haziran akşamı gelmişlerdi Sivas’a. Mustafa Kemal Paşa’nın 4 Eylül 1919’da “Sivas Kurultayı”nı gerçekleştirdiği ve gönlümüzde kutsal yeri olan Sivas’a gelmenin sevinçli coşkusunu yaşıyorlardı.Altmıştan fazla aydın, sanatçı, yazar-çizer, şair ellerinde sazları ile halk ozanları, düşün adamlarıydılar...

2 Temmuz, PEN YAZARLAR DERNEĞİ’nce Laiklik Günü olarak ilan edilmişti.

O gün, Madımak Oteli’ni ateşe veren bir grup yobaz, 35 kişinin (aydın, sanatçı, yazar, bilim adamı) yanarak ölmelerine neden olmuştu: Cumhuriyetin temeli dinamitlenmiş, Sivas kara sese yenilmişti …

O günden 5 gün sonra “Her şey yalama oldu artık, yaşamla ölümün bir anlamı kalmadı” diyen Rıfat Ilgaz’ı 7 Temmuz 1993’de, O gün Sivas’tan sağ kurtulan Aziz Nesin’i de, 6 Temmuz 1995’de yitirdik. Türkiye’nin aydınlık yüzleri gidiyordu bir bir. Mayıs-97’de Mustafa Ekmekçi’yi, Haziran-97’de de Cahit Külebi’yi yitirdik.

**

Atatürk’üm !

Senin devrimlerine karşı çıkmayı marifet sayan sana saldırıları hoşgörü ile karşılayan, yontularını kıranları “delidir, meczuptur” diye cezasız bırakmaya çalışanlar, işte bunlar, bu suçlulardır. Madımak’taki cinayeti işleyen gençlerin önemli bir bölümüne acıyor, üzülüyorum. Onlar da bizim çocuklarımız. Kötü politikacılarla, bu doğrultuya yönlendirilen gençleri, birinci derecede suçlu saymak içimden gelmiyor. Bu insanlık dışı olayın yıldönümünde, yitirdiğimiz otuz beş aydın ve sanatçı kardeşlerimizin önünde saygı ile eğilmek, onların değerlerini ve anılarını yaşatmaktan başka elimizden gelen yok.

Bu insanlık dışı olaya, otuz beş kişinin yanışına, kurtulanlardan bir kısmının yaralanmasına, sakat kalışına aylarca acılarla kıvranmasına, uykularından ürpererek uyanmalarına neden olan acı olayın seyircisi yönetim, bu olayın en büyük suçlusudur. Saldırganlar, eylemi gerçekleştirenler elbette suçludur. Korunmalarına, fazla ceza görmemeleri için aşırı çabalar gösterilmesine karşın ve Aziz Nesin’in “tahrikçi” sayılarak cezaların indirilmesine karşın, yargı yine de bu saldırganların suçluluğuna karar vermiştir. 26 Mayıs 1996 günlü gazetelerden, Sivas İdare Mahkemesi’nin yüreklere su serpen kararını öğrenmiştik: Bu Yüksek Mahkeme, Aziz Nesin’in tahrikçi değil mağdur olduğuna karar vererek devleti yönetenlerin suçlu olduğuna, tazminat ödemeleri gerektiğine karar vermişti…

**

Şimdide asıl suçlulara gelelim…

Çok partili döneme ve demokrasiye geçmek için çağdaş eğitim ve devrimlerinle, yarattığın alt yapının üstüne, 1946’da silah arkadaşın, Başbakanın, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa tarafından çok partili rejim getirildi (bunu biraz da dönemin koşulları zorladı). Ne yazık ki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin içine çöreklenmeyi başaran çıkarcı siyasalcılar, toprak ağaları, senin özenle getirdiğin “Eğitim Birliği”nden ilk ödünleri vererek okullara dinsel eğitimi bulaştırdılar. Böylece eğitim birliği delinmiş oldu.

**

İki ayrı dünyanın kafası, yetiştirilmeye başlandı. 1950’de, demokratik bir seçimle 27 yıllık tek parti dönemi iktidarı sona erdirildi. Gelen Demokrat Parti iktidarı, eğitim alanında CHP’nin verdiği ödünleri öylesine arttırdı ki ülkemiz, müftülerin denetiminde ve gericilerin desteğinde Kuran kursları, İmam Hatip Liseleri ile doldu. Sivas’ta yakılarak öldürülenlerin, bir kültür şenliğini, acılara boğmanın suçlusu, asıl suçlusu işte bu ödüncü, çıkarcı siyasalcılardır…

**

Atatürk’üm !.

Bu olayların azgınlığı karşısında senin ışıklı yolunu seçmeyi başaran yepyeni ve apayrı bir gençlik de yetişmek üzere. Ülkemizin bir avuç da olsa Atatürkçü aydınları onlara ağabeylik ediyor, onları yüreklendirip çağdaş bilgilerle donatmaya çalışıyorlar.Hele kadınlarımız!. Senin kızların saydığım kadınlarımız, öylesine cesur atılımla ortaya çıkıyorlar ki, ülkemizin (yine senin aydınlığınla önderliğinle) bu gerilikten, bu ilkellikten kurtulacağımıza inanıyorum…

Tarih’te ateşler,öldürmek için yakılmıştır. Bu gelenek kalksın; ateşler, dostluk ve barış için yakılsın. Sivas yakımının son olmasını dilerken, aydınlık ateşlerini seçelim, diyorum…