Türkiye’nin siyasal ve sosyal tarihinde çok az toplumsal olay vardır ki, 2 Temmuz 1993 Madımak katliamı kadar etkili olsun. Türk-İslam sentezinin resmi doktrin olarak benimsendiği 12 Eylül sonrasında, soğuk savaşın hemen bitiminde, ideolojik saflaşmaların yerini kimlik siyasetlerine bıraktığı, Cumhuriyet’in geleneksel sınıflarının yani sivil ve askeri bürokrasinin konumlarının sarsılmaya başladığı bir dönemde yaşanan bu olay, hem Alevilerin hem de Türkiye’nin tarihinde derin kırılmalar yarattı.
2 Temmuz 1993’ü anlamak için herhalde önce “Neden Sivas?” sorusunun sorulması gerekecektir. Çünkü, böylesine dehşet verici bir olayın faillerinin beslendiği bir iklimin varlığı, devlet içindeki karanlık odakların da günlük konjonktürel ihtiyaçları için kanatacakları bir yaranın olması gerekir. Nitekim, bazı resmi belgelerde Sivas, etnik ve dinsel farklılıkların kışkırtılabileceği iller arasında yeralır.
Osmanlılar ile Safeviler arasında yıllarca süren gerilimin tam merkezinde bulunan Sivas, mezhep gerilimini en az 5 asır yaşayan bir ilimizdir. Sözkonusu yarılmanın, laik reformlar gerçekleştiren, modernleşme yanlısı Cumhuriyetin ilanıyla birlikte farklı katmanlar kazandığını söylemek mümkündür.
1989 yılında RP’nin geleneksel tabanının yanı sıra ANAP içindeki İslamcı kanat ve Alparslan Türkeş’in MÇP’si ile ayrışma yaşayan Muhsin Yazıcıoğlu çevresinin de siyasal desteğini toplayan Temel Karamollaoğlu, Sünnilik temelinde, inanmışların temsilcisi olarak girdiği seçimde 27 bin 985 (yüzde 36,3) oy alınca şehirdeki iklim de değişmeye başladı. Sivas, RP’nin ilk kez belediye başkanlıkları kazandığı beş ilden biriydi; diğer 4 il, Van, Şanlıurfa, Kahramanmaraş ve Konya’ydı. Hemen fark edilebileceği gibi bu şehirler içerisinde Sivas, taşıdığı sembolik anlamlar bakımından diğerlerine göre ayrı bir kategoride yer alıyordu ve 1984 yılına kadar kesintisiz biçimde belediye yönetimi CHP’nin elindeydi. Sivas, Cumhuriyet şehri olarak biliniyordu ve bu imajı yıkmak İslamcı siyaset açısından bir zafer sayılabilirdi.
Nitekim, RP’nin fetih duygusuyla yaklaştığı Sivas, diğer radikal İslamcı yapılanmaların da örgütlenme faaliyetlerini artırdıkları bir il haline gelir. Menzilcilerden Kaplancılara, Fethullah Gülen cemaatinden Cumasızlar Grubu’na kadar pek çok dernek, vakıf, kültür merkezi, yayın organı etrafında örgütlenen İslamcılığın ılımlı veya radikal farklı çizgilerine sahip bütün yapıları, sosyal ağlarını inşa eder ve cemaat ekonomisini geliştirir.
DYP-SHP koalisyon hükümetinin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’nün sosyal demokrat görüşlere sahip özel danışmanı Ahmet Karabilgin, vali olarak atandığında merkezden gelen Atatürkçü-Cumhuriyetçi valiye karşı dinî ve milli duyguları yüksek yerel güçler kutuplaşması ortaya çıkar. Madımak katliamını değerlendirirken öncelikle iki farklı ideolojik konumlanmayı ve iki güç arasındaki çatışmanın yarattığı gerilimi öncelikle dikkate almak gerekir. Pek çok gerilim başlığı vardır ama Valinin, 1992 yılında Banaz’daki Pir Sultan Abdal’ı anma şenliklerine katılması ve 1993 yılında da şenliklerin iki gününün Sivas’a alınması kamusal alanı kendi mülkiyeti gibi gören Sünni kibri tarafından tahrik sayılmıştır. Hakkında “öldürülmesi caizdir” fetvası verilen Salman Rüşti’nin, Şeytan Ayetleri kitabının çevirisiyle ilişkili olduğu düşünülen Yazar Aziz Nesin’in de anma programına dahil edilmesi Türk-İslamcı çevrelerde tahrike bahane oluşturmuştur.
Esas itibariyle, Sivas’ta vali-belediye başkanı eksenli gerilimin, Cumhuriyetçiler ve Cumhuriyet’le hesaplaşma duygusu içindeki İslamcı çevrelerin gerilimi olarak ele almak mümkündür ve bugünkü Türkiye’nin fragmanı sayılmalıdır.
Aleviler işte bu hesaplaşmanın hem hedefi hem kurbanı durumundadırlar. Çünkü, müdahale edilmediği için saatlerce süren saldırganlık karşısında polis de asker de seyirci kalmış, bir otele kıstırılmış ülkenin yüzakı sanatçıları, aydınları, gençleri katledilmiştir. Ve bu katliamın gerçek suçluları adalet karşısına çıkarılmamıştır.
Sivas’ta kaybettiklerimizi saygıyla anıyor, böyle acıların bir daha yaşanmamasını diliyorum.