Hemen hemen hepimiz bayram öncesi birtakım beklentiler içinde oluruz.
Hele bayramın adı ‘‘Kurban’’ olunca; büyükler tedirginlik yaşar, küçüklere “ Aman, kanlı ve kazalı bayram geliyor!. Sakın yerinizden kımıldamayın!” tembihinde bulunurdu. İnsanın komşusuna, dostuna bir hacet ricası için gittiğinde de , “hele şu bayram bir geçsin” yollu bir geçiştirmeyi âdet edindik yıllar yılı…
***
Bir bayram gününde rahmetli Dedem şu tembihte bulunmuştu: “ Sabahleyin bir misafir geldiyse, haceti ne imiş sor. Hemen izzet-i ikram edersen, derdini söyleyemez. Akşam gelene bu sorulmaz.” Günümüzde hemen hemen kim olursak olalım, işimiz ne olursa olsun BUNGUNUZ;, SIKINTI VE GEÇİM DERDİ İÇİNDE BOĞULUYORUZ. “Kimselerin ince şeyleri düşünmeye vakti yok” diyordu şair. Ne yazık ki, dert çok, hemdert yok. Ne diyordu atalarımız: “ Her evin bacası diktir, ama dumanı eğri çıkar.” Çünkü rüzgârların ne taraftan eseceği belli olmaz…
***
Ne bayramlar, geldi geçti; yaşadıklarımızdan ders almadık. Acı, kavga, dargınlıklar, üzüntüler yaşadık. Oysa bayram öncesinde “bayramlar yaşamın ayrıcalıklı günleridir. Bayram günleri barış, hoşgörü, sevgi, dostluk günleridir.”dedik durduk. Bu bayramda yaşadıklarımızdan sonra hiç de böyle olmuyormuş dedirttiler. Şiddet, vahşet, katliam, cinayet, yağmalama, kan vardı eski bayramların ruhuna Fatiha dedirten…
*
Peki , biz nasıl bu hale geldik? Bunda ekonomik, sosyal, politik, manevi değerlerin yerine maddi değerlerin yeğlenmesi, ideolojilerin istismarı, eğitimin yozlaştırılması, aydınların kabuğuna çekilmesi, hukukun iğdiş edilmesi vs.vs.vs gibi nedenleri var. Kısacası hiçbir şey birden bire olmadı…
***
Rahmetli Kadir Amcam, “Bayram geçtikten sonra kınayı burnuna yak” derdi, olmaz işlerin olduğu, işler için . Ne gibi mi diyorsunuz? Örneğin, 11 ilde yaşanan depremlerden sonra; yaraları sardık mı? Tüm bayram boyunca bu illerden yansıyan görüntülere bakınca derin derin düşünmek zorunda kalıyoruz…
9 gün süren bayramlarla tatile kaçmak modası gene başlatıldı. Herkes soluğu uzak-sıcak-deniz olan yerlerde alıyor.Eskiden bayram kartları gönderilirdi. Şimdi, cep telefonuyla, ‘e-mail’ler ile, facebook’la yapıyoruz bu işi. Bir arkadaşım hep yakınırdı: “Ulan oğlum, bu millet iyi alıştı.Oysa ben dostumun, çocuğumun yakınlarımın sesini duymak istiyorum ’’der durur; öfkelenirdi.”Şuna bak, selam yok; ‘slm’ var. Hoşca kalın yok, ‘by’ yazıyorlar. Bu ne biçim Türkçe ! deyince de, O biçim Türkçe !. sen dua et ki, Arapça yazmıyorlar derken o da gerçek oldu…
***
Hani bir de, nerde o eski bayramlar hayıflanması var ya !. Nostaljidir biz yaşlılar için. Eski adamlar var mı da, eski âdetler kaldı mı da eski bayramlar olsun demek geldi içimden.Bayram haftası, bayram gecesi, bayram sabahı, bayrama gitmek, bayram yerleri, bayram gezmeleri bile hayal oldu.Bir de şu yazlıklar konusu var. Tatile değil, asıl yaşama bir süre başka yerde devam etmek bu…
Bir dost anlatmıştı: “Yazlıkta ikindi kahvaltıları özeldir. Torunlar şenlendirir. Ben hüzünleniyorum torunlar “Anneanne diye seslendikçe. Bunların babaanneleri yok mu diye soruyorum kendi kendime.” diyordu. Oysa değişen, gelişen, dönüşen, globalleşen ve teknolojiye yenik düşülen bir çağda yaşadığımızı kabullenmek gerektiğini bile düşünemiyoruz.
***
Henüz vakit geçmiş değildir.Toparlanıp, Cumhuriyeti kuranlara olan minnet borcunu ödemenin, bırakılan emanetin korunması için, geçmişteki o ruhu yakalamanın tam da zamanıdır.Ne var ki ufukta böyle bir işaret görünmüyor.Yine de hayırlı bayramlara diyorum…