Gündemdeki açılım sürecinde odada bir fil var: Türk milliyetçiliği. Milliyetçiler kendilerini aldatılmış hissediyorlar ve dahası politik anlamda gerçekten de İYİ Parti ve sonrasında Sinan Oğan ile bir alternatif ararken yaşadıkları tecrübeler oldukça karmaşık ve güven sarsıcıydı. Gündemin çabuk değiştiği ülkemizde her kriz çabuk unutuluyor ancak Türk milliyetçiliği oradan oraya savrulan bir akım haline geldi ve politik bir araç adeta. Günümüzde vatanseverlik iddiasını herkes taşıyor ve ulus devlette vatanseverliğin formülü milliyetçilik olarak gösteriliyor ancak gerçekten bu kadar basit mi? Kesinlikle değil. Aidiyet zemini ne üzerinden kuruluyor aslında ülkemizde tam da bu kavram sıkıntılı. Gelin genel bir bakış açısıyla eleştirelim.
Öncelikle insanların milli duyguları mevcut siyaset arenasında sürekli sömürülüyor. Bu milliyetçilik üzerinden değil sadece elbette, din ve Atatürk üzerinden de sıklıkla gerçekleşiyor ve herkesin tek bir iddiası var: Bir tek biz vatanseveriz, biz hariç herkes ülkeye ihanet etmek istiyor veya gerçekleri göremeyecek kadar akılsız. Peki bu politik ortamda biz nasıl biz olabileceğiz? Bu bizlik kavramı Türkiye'de sarsıldığı için aslında bu kutuplaşma sonsuz bir sürgün halini alıyor. İnsanlar şu soruyu kendine sormalı: Biz birarada huzur içinde yaşamak istiyor muyuz? Aslında cevabınız evet ise kutuplaşma argümanları havada kalacaktır.
Şimdi tekrar "biz" kavramına dönelim. Ulus devletteki biz, basit bir tanımla bir ulus kimliğidir. Yani Türk devletindeki biz Türklük üzerinden inşa edilir ve bu ana unsur ulus kavramı dünyanın her yerinde eleştirilmektedir ve aynı zamanda fanları da vardır. Ancak buradaki referans Türk milliyetçiliği tarafından net bir duruşla Türk kavramının hiç belirtilmemesidir. Yani bugün herkesin bir ulus tanımı var ama içine girdiğimizde doğu batı ayrımını halen görüyoruz. Din faktörü sıklıkla işin içine giriyor ve mezhepçilik üzerinden bir milliyetçilik yapılabiliyor özellikle 1980 sonrası Türk İslam sentezi ile Türklük kavramı kendisini inanılmaz ölçüde daralttı. Bazen etnik bir yapıya bürünüyor bu anlayış ve kan olarak Türk değilseniz (sanki bu coğrafyada bu mümkünmüş gibi) sizi potansiyel düşman olarak görebiliyor. Yani demem o ki, Türk milliyetçiliği her milliyetçilik gibi "öteki" gördüğü unsurları kabul etmenin tek yolunu asimilasyon olarak görmektedir hatta bazen bu asimilasyon da yetmemektedir. Bu anlayış aslında sadece bir "biz"i inşa etmez ama ötekiyi de yaratmış oluruz. Zaten bizim biz olabilmemiz için bir ötekiye ihtiyacımız var değil mi?
Bu anlamda ana akımdaki Türk milliyetçiliği kendi kriterlerini net olarak belirleyememektedir ve bunun kökleri tarihte aranmalıdır. Kültürcü milliyetçilik, etnik milliyetçilik, Türk İslam sentezi tarzı milliyetçilik, ne mutlu Türk'üm diyene milliyetçiliği... Sürekli şekilden şekile sokulan Türk milliyetçiliği pragmatik anlamda araçsallaştırılmaktadır ve her yerde karşımıza çıkmasına rağmen net bir şekilde asla karşımıza çıkmamaktadır. Yani biz bugün hangi partiye gidersek gidelim kendi Türk milliyetçiliği anlayışlarını görürüz ama bu söylem sadece kitleleri biraraya getirmek üzerine kurulmuştur. Gerçekte bir milliyetçi tavırı analiz etmek oldukça güç ve gelecekte bu kavram daha da soyutlaşacak.
Bu konuya eğilmemiz gerek çünkü milliyetçilik hayaleti bir illüzyon gibi hayatımızın her alanında ama gerçekte nedir, nasıldır hiçbir fikrimiz yok. Bu da muhalif insanların hepsinde genel bir "aldatıldık" hissi yaratıyor çünkü parti doktrinleri kendi içerisinde çelişkilerle dolu, tıpkı bizim toplumun kalbindeki çelişkiler gibi siyasi fikirlerimiz de güven vermiyor. Bu da muhalif kesimi ve özellikle son dönemlerde kendini daha çok milliyetçi gören muhalif kesimi oldukça kırılganlaştırıyor.