“Zulüm payidar olmaz” derler ama Yahudi devletinin 1948 yılında kurulmasından bu yana Filistin halkının yaşadığı eziyet, yarım asırdan fazla süren zulmün yakın zamanda da bitmeyeceğini gösteriyor. Irkçı Binyamin Netanyahu’nun şiddet politikalarında sınır tanımayan tavrına bakılırsa Filistin halkı, zaten açık cezaevine dönüşmüş olan yurtlarından tamamen sökülüp atılacak.

Filistin, dünyanın gözü önünde, ekranlardan canlı canlı seyredilen bir soykırıma maruz bırakılmış durumda. Aslında uzun yıllardır İsrail’in genişleme politikalarıyla küçücük bir alanda kıstırılmış bir yaşam sürüyorlardı ve nefessiz kalmışlardı. Öyle ki, Arap Araştırmaları Derneği'ne bağlı Arazi Araştırma Merkezi, Batı Şeria, Kudüs ve Gazze’de 1993'te 144 olan İsrailli yerleşim yeri sayısının, 2018'de 515'e yükseldiğini rapor etmektedir. İsrail yerleşimlerinde yaşayan İsraillilerin sayısı da 1967 yılında 252 bin iken, bugün 834 bin.

Baskı, yıldırma, şiddetle Filistinlileri bölgeden uzaklaştırma yönündeki politikalarında epeyce mesafe alan İsrail, ne yazık ki kendilerini “medeni dünya”nın temsilcisi gibi gören batılı ülkeler tarafından da destekleniyor.

Uluslar arası kamuoyundan ciddi bir yaptırım görmeyeceği rahatlığıyla hiçbir ahlaki, hukuki sınır tanımayan bu fütursuzluk, bir avuç insana cehennemi yaşatıyor. Müslüman ülkelerin hal-i pür melali ve Arap yarımadasındaki konjonktür de İsrail’in kendini rahat hissetmesini sağlıyor. Çünkü, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesiyle istikrarsızlaşan, iç karışıklıklarından bir türlü kurtulamayan ülkeler müdahale imkanlarından yoksunlar. Parçalanmış Irak ve Suriye’siyle, bölünmüş Libya’sı ile ABD ve İngiltere’nin kuklası durumundaki Arabistan’ı ile bölgesel güçler İsrail karşısında varlık gösteremiyor.

Hal böyle olunca İsrail, ABD’nin de ileri karakolluğunu yaparak borazanını öttürüyor. Ekim ayı başından itibaren sergilediği tutum da, şiddet politikalarında yeni bir aşamaya geçtiği anlamına geliyor. Her ne kadar İsrail hükümeti reddedip saldırıyı İslami grupların gerçekleştirdiğini iddia etse de en az 500 kişinin hayatını kaybettiği binlerce kişinin yaralandığı vahşi hastane saldırısı bunun kanıtı.

Hastaneler, savaşta ve barışta, hiçbir koşulda vurulamayacak yerlerdir. Ancak İsrail, insanlık dışı uygulamalarında sınır tanımıyor. Zaten, Netanyahu hükümetinin Savunma Bakanı açıkça hiçbir kurala uyulmayacağını ilan ediyor. Savunma Bakanı, “Orduda tüm kurallar kaldırıldı. Savaşan askerler hiç bir şeyden sorumlu olmayacaklar. Askeri mahkeme yok." diyor.

Yani, askerlerine istediklerini öldürebileceklerini, kadınlara tecavüz edebileceklerini, masum sivilleri bombardımana tabi tutabileceklerini söylüyor. Böylece İsrail, savaş kurallarını ederken haydut devlet olduğunu da itiraf ediyor. Üstelik bu kuralsızlığı, her üç Yahudi’den ikisinin holokost sırasında öldürüldüğü Nazi Almanya’sını yaşayan bir kavmin çocukları uyguluyor.

Dünya tarihinin eşi benzeri görülmeyen soykırımında 6 milyon Yahudi hayatını kaybetmişti. Yahudiler, Naziler tarafından kökü kurutulması gereken “haşarat” olarak kabul ediliyorlardı.

Şimdi dünün mazlumları, bugünün zalimleri olarak karşımızdalar. Tarihin ironisi de bu olsa gerek.