“Hem okudum hem de yazdım/ Yalan dünya senden bezdim/ Dağlar koyağını gezdim/ Yiten yavrum bulunur mu?”
diyor ya bir halk türküsünde, halimiz ahvalimiz aynen böyle. Son zamanlarda sık sık bu anonim türkü dilime dolanıyor ve derin bir keder, katılaşan bir karamsarlık duygusu çöküyor üstüme.
Yanmış bağrındaki közü, acısını dizelere dökerek söndürmek isteyen her kimse sanki bugünleri görmüş gibi. Türküde, yiten yavrusunu dağların koyaklarında arayan bir annenin öyküsü var. Bulsa idi, bu yürek dağlayan ezgiyi biz duymazdık herhalde. Demek ki, yitmiş bir yavrunun ardından yakılmış bu ağıt.
Peki biz günümüzde yitip giden yavrularımızı nerede arayalım? Almanya’da mı, ABD’de mi, Fransa’da mı, Kanada ya da İspanya’da mı? Nerede?
Çünkü annelerin, yanlarında gördükleri yavruları yok artık. Şimdinin anneleri de kim bilir hangi ağıtları yakıyor da biz henüz duymuyoruz onları.
Hem okuyan hem yazan için Türkiye, uzun zamandır berbat, kahrı çekilmez bir ülke haline geldi. Tıpkı türküdeki gibi… Hem okuyanı hem yazanı canından bezdirip, 783.562 km² lik ülkeyi onlara dar ettik. Sosyal medyaya düşen sokak röportajlarında ortaokul çocuklarının, üniversiteli gençlerin umutsuzlukları, tükenmişlikleri karşısında insanın içi kıyılıyor.
Bir fırsatını bulan çoktan gitti, kimileri bavul hazırlamakla meşgul; kalanlar ise gidiş hayalleri içinde yaşıyor.
Çünkü, cahil halkın daha ferasetli olduğuna inanan bir zihniyet hüküm sürüyor. Üniversite bitireni sevmiyorlar, yabancı dil bilenden hoşlanmıyorlar. Kültürlü olandan, sanatla uğraşanlardan nefret ediyorlar. Birey olan, kendi kararını kendisi verebileni değil, tarikat-cemaat ağları içinde özgür iradesi çökertilmiş, biate alıştırılmış insan figüründen yanalar. Nedeni çok basit… AKP’li Taner Yıldız, yıllar evvel "Eğitim seviyesi arttıkça AK Parti'nin hitap ettiği alanın daraldığını görüyoruz. Anketler de buralarda oylarımızın azaldığını söylüyor." şeklindeki sözleriyle açıklamıştı bu durumu…
İktidarın uyguladığı liberal politikaların özünde aslında rekabetçilik vardır; rekabette bir adım öne çıkmanın yolu da tercih edilebilir ürün veya hizmeti üretmektir ki, bu da ancak çağımızda, katma değeri yüksek nitelikteki bir ekonomiyle mümkündür. Ortalaması, ortaokul seviyesinde kalan bir okullaşma ile bu mümkün değil. Yetişmiş insan gücünü batı ülkelerine kaptıran, onları kendi ülkesinde vasıfsızlaştırıp işsiz bırakan, çalışabilirse de ancak kölelik şartlarında ve okuduğu branşın dışındaki alanlarda istihdam edilen gençlerin olduğu bir ülkede okuyan ile okumayan arasında hiçbir fark kalmadı. Bu da daha iyi eğitim ile toplumsal statünün, ekonomik koşulların iyileştireceğine dair genel düşünceyi tamamen yıktı.
Birkaç gün önce Eğitim-Sen 2022-2023 eğitim-öğretim döneminin bitiminde dönem sonu eğitim değerlendirme raporunu yayımladı. Raporda eğitimdeki “ekonomik eşitsizlik” ve “devamsızlık” sorunlarının giderek arttığına dikkat çekiliyor. Devamsızlık için “Eğitimde çok ciddi bir devamsızlık var ve devamsızlık artık bir hak olarak görülmeye başlarken okuldan terkler çok hızlı bir biçimde artıyor. Ortaokul, liselerde sınıflar neredeyse 3’te 1 düzeyinde boşalmış durumda” ifadeleri kullanılıyor.
Yani, ailesine katkı için ayrılan da var, mezun olduğunda, üniversite bitirdiğinde aldığı eğitimin hiçbir işe yaramayacağını bildiği için okumayı gereksiz gören de var…
Vahim, hem de çok vahim… Reva mıdır bu bize?