Kendi tarih anlayışımız (kim olursak olalım) bize evrensel, doğru ve objektif gelir. Uluslar tarih anlatısı yaparken önce kendi evrenselliğini beyan eder, ardından tüm gerçekliğini bunun üzerine kurgularlar. Dünün politikası olan olaylar bugünden tarihtir ve bugünkü perspektiften baktığımızda günümüzün siyasi söylemini yansıtmış oluruz. Ulus devlet bu tarih anlatısını tutarlı olarak sunarsa kendini koruyup kollayacak ve aynı zamanda gelecek için üretecek olan yeterli kaynağı yani insanını yaratmış olacaktır. Tüm bunlarla ne demek istiyorum? "Tarih, egemen sınıflar tarafından yazılmıştır."

Vatandaş ise egemen sınıf tarafından yazılan tarihi görmez. Kimlikleri, ideolojileri, kolay anlaşılabilir bir dost-düşman algısını görür. Tuhaftır, hangi ulusa giderseniz gidin herkes çok iyidir ve haksızlığa uğramışlardır. Bu durum tamamen tarih anlatısının toplumsal hafızaya işlenmesi ile gerçekleşmektedir.

Burjuva tarihi bu anlamda bu yanılsamanın adıdır. Aslında bu kavramı bir tek tarihle özdeş görmeyin. Burjuva hukuku, burjuva medyası... Bu hegemonya hayatımızın her alanında kurulmuştur ve bizi kendi evrenselliği içerisinde şekillendirmeye çalışır ve başarılı olur da... Burjuva tarihi, ilişkileri ve olayları ters çevirerek anlatmayı seven bir tarih olduğu için baştan aşağı yanlış bir bakış açısı sunar. Tarihteki sınıf mücadelesi kavramını görmezden gelir. Bugünün kendisini her gün inşa eden aygıtı ulus devlettir ve tarih anlatısı ulus üzerinden şekillenir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı'nda birbirine savaş açan Avrupa ailesinin krallarının hepsinin kuzen olduğundan bahsetmeyi tarih pek sevmez. Orada ölen milyonlardan bahseder ve kahramanca ölen insanları anlatır, üzerine birkaç düşmanlık ve dostluk tohumu ekerek herkesin inandığı fevkalade bir yalan söyler. Kollektif bir hayale dönüşen tarih anlatısı tarihteki sınıf mücadelesini görmezden gelir, özel mülkiyet-ulus devlet- millet kavramlarını doğallaştırır ve evrenselleştirir, kapitalizmin gelişimi evrensel bir gelişim hikayesi olarak aktarılır, tarihteki elit figürler kahraman ilan edilir ve tüm bunların sonucunda gerçek bir tarih öğrenilmez aksine çarpıtılmış gerçekler herkesin canı pahasına savunduğu bir hal alır.

Tüm bunları yaparken bu tarih anlatısı ulusal kimliği çocuk yaşta kurar, mevcut düzeni meşrulaştırır, egemen ideolojiyi yeniden üretir, devletin tarihsel süreklilik iddiasını normalleştirir. Elit odaklı bu tarih anlatısı ulus kavramıyla kurguyu şekillendirir ve bir savaş zafer romantizmi yaratılır. Yani bizlere ulus devlet mantığı ile anlatılan Birinci Dünya Savaşı'nı "Emperyalist bölüşüm savaşı" diye anlatmayan herkes ve her şey bir kurgu anlatıyordur. Uğruna ölünen kralları anlatan tarih bu kralların halkları için neler yaptığını (ve yapmadığını) anlatmaz, halka verdiği sadakaları romantize ederek anlatmayı sever.

Üstelik "ben doğuruyu söylüyorum" iddiası olduğu için eleştirel bir perspektifi de otomatik olarak yok eden bu anlayış çarpıktır. Veriler gerçek olabilir, bunların çoğu uydurma ve kanıtsız değildir ancak sunduğu bakış açısı tamamen taraflıdır ve bunu tarafsızlık - objektiflik iddiası ile gizlemektedir.