Şiir tutkunu bir öğretmendi.

Tutkunu ne demek?

Yaşamı şiir olanlardan…

Bir şiir dizesi gibi dolaşırdı sokaklarda.

Yazardı da…

Ama şairliğe soyunmadı. Böbürlenmedi. Kendini övmedi. Yazdıklarını dergilerde yayımlatma peşine düşmedi.

Az da olsa yolu Ankara'ya düştü mü, beni arar bulur, konuğum olurdu.

Bir gün yazdıklarını kitaplaştırmak istediğini söyledi.

Öyle hakkında yazılar yazılsın, adından söz edilsin, kitabı yaygın dağıtım ağına girsin, her kitapçıda bulunsun falan diye değil.

'Eşe dosta vereyim. Bunlar benim defterlerde kalmasın be usta!' demişti.

Basabilirdik de, dergiciliği ve yayıncılığı bırakmış, gazeteciliğe geri dönmüştüm.

'Eş dostla görüşürüz, buluruz bir yol!' dedimse de, ille de benim basmamı istedi. 'Bırak yayınevi adı falan istemiyorum ben. Kendi adıma basalım. Düzenlemesini falan sen yap' dedi, başka şey demedi.

Gönderdi şiirlerini.

Daha doğrusu arası pek iyi değildi internetle. Parça parça, bir arkadaşının yardımıyla gönderdi. Gönderebildi.

Okudum. İçeriklerini v.b. dikkate alarak bir sayfa düzeni yaptım.

Kapak tasarımını da…

Bastık…

***

Kitaba bir sunuş yazmamı da istemişti.

Yazmıştım ben de…

Şöyle başlıyordu yazım:

'Şiirin bir yürek boyutu var, bir de teknik boyutu… Teknik boyutunda ustalaşmışlar var ki, bazen satranç oynuyorlar sözcüklerle… Bu konudaki ustalıklarına şapka bile çıkarabiliriz… Çıkarabiliriz de, çoğu zaman unutuluyor yürek boyutu…

Hasan Çamlı da ise, yürek, gümbür gümbür…

O, apansız çıkıverendir köşe başından, bir türkü gibi… Kuşlardan istekte bulunur, 'ekin tarlaları hatırına'… Çeker gider, ayak izlerini gökyüzüne savurarak… Dönüş yollarını yaka yaka…

Dizelerinde bir hoşçakal kokusu… Bu çekip gitmede, seyahate, uzaklara değil; bambaşka bir yaşama çekip gitme duygusu var… Ama, 'belirlenmiş belirsizlikler'in yorgunluğunu duysa da, yüreğindeki ezgilere sarılıp koşmaya başlayan bir ömürdür yine de anlattığı… Acı bu kendine der, hüzünle seviş.

Bunlar, imge değildir… Daha doğrusu, güzel bir imge olsunlar diye, bir avcının yakaladığı dizeler değildir. Bunlar, yaşamıdır onun.'

***

'Yüzümü Yüzünde Soyun' koymuştu kitabın (*) adını.

Kitap 'Gittim İşte' adlı şiirle bitiyordu:

'saklandığım kovukları sende bırakarak / sokağımdaki fesleğen kokularını / koyup cebime / ayak izlerimi savurarak gökyüzüne / gittim işte'.

'dilim kıraç tarlaların ebabil türküsü / yüreğim buruşturulmuş cıgara kıvamında / ellerim yorgun bir tütün işçisi / gözlerim anofelli çadırlarda / trahomlu çocuklar / gittim işte / dönüş yollarımı yaka yaka'.

'yıktım bütün umuda meyilli düşleri / yanık kokuları derledim içime / yoğura yoğura hüzünlerle yalnızlığı / gittim işte / bir güz iklimi / düş yorgunu bebelerin yüreğine'.

'biliyorum / kırlangıç sürgünü benimkisi / ama / sen iyi bak geceye'.

***

Delifişek bir yürekti o!

Şiirinde, yıllar önce söylediği gibi, güzün ilk gününün gecesinde…

Gitti kimseyle vedalaşmadan…

Dönüp bakmadan geriye…

Nice insanın belleğinde yaşayacak güzel anılarına el sallamadan…

Zaten sevmezdi vedalaşmaları, el sallamaları…

Gitti…

Elbette, 'bebelerin yüreğine'…

'düş yorgunu bebelerin yüreğine'…

____________________

Hasan Çamlı, 'Yüzümü Yüzünde Soyun', Kendi Yayını, Birinci Basım: Mayıs 2011, Ankara.