1980'li yılların ilk yarısında Cebeci Kampusu'nda öğrenci olmak nasıl bir şeydi?
Ne zor bir soru…
Zor, çünkü 12 Eylül darbesinin baskılarının en yakıcı olduğu yıllar o yıllar…
Zor, çünkü Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) özerkliği yok etmek, özgür düşünme arzularını söndürmek için üniversitelerin başına bela edildiği ilk yıllar…
***
Ama güzel yanları da varmış…
Zamanla anlıyor insan…
Anayasa ayaklar altında çiğnenirken, baskı ve tehdit altında yapılan bir referandumla darbe Anayasası kabul edilirken, siz o budana budana garip bir hale getirilen 1961 Anayasası'nın hazırlık komisyonunda bulunmuş bir insandan, Bahri Savcı gibi bir hocadan (Ki, 1983'te 1402'lik olanlardandı o da…) ders alıyorsunuz. İnsan hakları kavramının bu ülkede bilinmesine, tanınmasına, yerleşmesine ömrünü vermiş o güzel insandan…
(Dersinde onu dinlerken, şaşakalırdım, o ortamda nasıl böyle korkusuzca konuşabildiğine… Emekliliğine dört ay kala kürsüsünden uzaklaştırılması da ayrı bir acı ve hüzün yumağı olarak durur o günleri yaşayanların ve anımsayanların yüreğinde.)
Genç bir docent, Adam Şenel (Alaeddin de… Elbet biz 'Adam' diye biliriz), siyasal düşünceler tarihini anlatıyor…
Emin Özdemir'den Türk dilinin, Türkçe düşünmenin, konuşmanın ve yazmanın inceliklerini öğreniyorsunuz. Türk edebiyatından onun seçtiği örneklerin tadını çıkara çıkara…
Henüz internetin adı bile yok. Bilgisayarların adını duyuyoruz yalnızca. Bir daktilo alabilmişsek seviniyoruz… Sami N. Özerdim, böylesi bir zamanda bilgi kaynaklarına ulaşmanın yollarını, yöntemlerini anlatıyor… Özetle, aslolan ezberlemek değil, hafızaya yığmak değil, bilgiye gerekli olduğu an nasıl ulaşacağınızı bilmektir şeklinde özetleyebileceğim bir dersle…
Ünsal Oskay'ın Ajda Pekkan'la başlayıp Walter Benjamin'le bitirdiği derslerinden kitle iletişimi, popüler kültür konularında yepyeni ufuklara doğru zihninizde dalgalar oluşarak çıkıyorsunuz. Ve ders kitabı dahil, her türlü kitabın, not defterinin, kaynağın serbest olduğu sınavlara giriyorsunuz…
Daha sayayım mı…
Böyle küçük ayrıntılarla yazmaya kalkarsam, 1983'te çoğu 12 Eylül ve YÖK'zede olan, 1402'lik olan bu hocaları, bu köşe bitiverir hemen. Yetmez olur…
Ben sözü o yılların dekanına getirmek istiyorum oysa…
Efsane dekan Cevat Geray'a…
SBF'nin dekanı o…
Aralık 1981'de, SBF'nin 122. kuruluş yıldönümünde YÖK'ü sert bir şekilde eleştirdiğini anımsıyorum.
Basın Yayın Yüksek Okulu'nun (SBF-BYYO) ilk kapalı devre radyo yayınına başladığı 1982'de, bu nedenle yapılan törende karşımıza geçip konuşmasını… Ki, radyo yayını daha ilk gününde, Cebeci'de yapılan elektrik kesintisinin kurbanı olmuştu, bunu da unutmam…
O günlerde BYYO'nun SBF'den ayrılıp rektörlüğe bağlanması gündemdeydi ki, o buna karşı çıkmıştı konuşmasında…
Ve yine o yıl, 13 yıl verilmiş aranın ardından 'İnek Bayramı'nın kutlanmasını sağlamıştı. Konserler, tiyaro oyunları, resim, fotoğraf, karikatür sergileri…
SBF'nin önünde geçici olarak kiralanmış bir inek.
Kokteylde kalabalığın ortasında sohbet edişimiz belleğimin silmeyeceği fotoğraf karelerinden olmuştu…
Son yıllarda ise daha çok, şair, 'masalların babası', halkbilimci Oğuz Tansel adına düzenlenen ödül törenlerinde karşılaşıyorduk daha çok… Seçici Kurul'daydı ve ille de gelirdi törenlere… Sahneye çıkamasa da, bastonuna dayanarak, sahne önünden konuşmasını yapardı…
2015'te, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki törende yaptığı konuşmada, alan araştırmalarının desteklenmemesini eleştirmiş, sonunda dayanamayıp sözü özgürlüklerin giderek budanmasına getirmiş ve şu tümceleri kurmuştu:
'Ben Cumhuriyet çocuğuyum. Cumhuriyetin olanaklarından yararlanarak Cevat Geray oldum. Bu yaşımda beni de alsınlar. Utanıyorum artık…'
Bu sözleri söylediğinde, 85 yaşındaydı…
Dün onu sonsuz uykusuna uğurladık…
Hep anımsanacak ve anılacak ama…