Önceki yazımızda Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasında üç dönemin ayırd edilebileceğini söylemiş ve Atatürk döneminde izlenen 'tam bağımsızlık' döneminin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, özellikle DP iktidarı döneminde yerini ABD öncülüğündeki NATO güçleri içinde yer alma politikasına terk ettiğini belirtmiştik...

Bu yönde heves öyle yoğun ve şiddetliydi ki 1957 ve 1958 yıllarında Suriye ve Irak'ta ABD karşıtı Baas yönetimlerinin işbaşına gelmesinden sonra Türkiye, ABD adına bu ülkelere müdahaleye kalkışmış, ancak ABD'nin destek vermemesi nedeniyle müdahale gerçekleşmemişti...

Peki, ABD'yi savunma konusundaki bu gayret ABD tarafından ödüllendirilmiş miydi?

***

Tam tersine...

Dönemin başbakanı Menderes, 1958 krizinden sonra 5 Ekim 1959'da CENTO'nun toplantılarına katılmak üzere ABD'ye yaptığı gezi sırasında 'ilgisizlik'le karşılaşmış ve kredi temini için yaptığı başvurular karşılıksız kalmıştı...

Bu olayın yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle Menderes, Sovyetler Birliği ile ilişkileri canlandırarak ABD'ye bir uyarıda bulunmaya kalkışmıştı...

Ancak bu girişim de ters tepmiş ve 27 Mayıs askeri darbesiyle DP iktidarı son bulmuştu.

***

Darbe öncesinde Sovyetler Birliği'nden yapılan bir açıklamada, Başbakan Menderes'in 12 Temmuz 1960 tarihinde Moskova'ya resmi bir ziyaret yapacağı, Sovyetler Birliği Başkanı Nikita Kruşçev'in de bu ziyarete karşılık vereceği duyurulmuştu...

Türkiye Hükümeti adına bu açıklama doğrulanmadığı için konu daha sonra çok tartışılmıştı...

2008 yılında Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi olarak Rusya'da göreve başlayan Halil Akıncı, bir haber ajansına yaptığı açıklamayla konuyu aydınlığa kavuşturdu...

1975-1978 yıllarında Sovyetler Birliği döneminde ve 1989-1994 yıllarında Rusya Federasyonu'nun kuruluş aşamasında Moskova'da diplomat olarak görevde bulunan Akıncı, 1958 yılından sonra ABD'den yeterli destek alamayan dönemin Başbakanı Menderes'in, hem kredi imkanlarını değerlendirmek hem de sanayi hamlesi için Sovyetler Birliği'ne yöneldiğini ve bu amaçla 1960 Haziran ayında Moskova'ya gideceğini doğruladı...

Akıncı, ABD'nin müttefiki olan Türkiye'nin tarafsızlaştırılması amacıyla Sovyetler Birliği'nin Menderes Hükümetine her türlü desteği vermeye hazır olduğunu, ancak 1960 darbesi'nin bu yaklaşımı engellediğini de sözlerine ekledi.

***

Bu olayın önemini anlamak için ilk kez 1955 yılında Endonezya'da toplanan Bandung Konferansında Hindistan, Mısır, Yugoslavya gibi dünyayı paylaşan iki bloğa karşı çıkan 'tarafsız' ülkeleri biraraya getiren ve daha sonra sayıları artarak yüzün üzerine çıkan bağlantısız ülkeler hareketini hatırlamak gerekir...

Aslında Bandung konferansına Türkiye de davet edilmiş, ancak dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, konferansa katılan ülkelerin taleplerine karşı çıkarak herkesi 'komünizme karşı NATO'ya katılmaya' davet edince topluluktan dışlanmıştı...

Bağlantısız ülkeler her ne kadar iki bloğun da dışında kalsalar da, bu ülkelerin tümüne yakını 'Batı dünyası'nın hegemonya alanı içinde bulunduğu için Sovyetler Birliği bu hareketin gelişmesinden şikayetçi değildi.

***

1950'li yılların sonlarında Türkiye'nin ABD kampını terk etmesi söz konusu olmasa da bu harekete karşı 'koçbaşı' gibi mücadele eden bir ülkenin de bağlantısızlar gibi (!) hareket etmesi ABD'nin hiç işine gelmezdi...

Ne de olsa, Türkiye'nin 'ABD sevdası' en başından bu yana hep 'tek taraflı' bir ilişkiydi...

Ve bu tek taraflı ilişki ne zaman kriz doğursa, Türkiye'nin 'kadim dostu' Sovyetler Birliği'nin devreye girmesi ABD'nin en çok öfkelendiği şeydi.

***

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarından itibaren Sovyetler Birliği ile yaşanan dalgalı ilişkileri aslında günümüzde 'Avrasya' odaklı dalgalanmaların önceliydi...

Bunun nedeni, Cumhuriyet'in kuruluş ve gelişme yıllarında Sovyetler Birliği'nin Avrasya bölgesinin en güçlü devletinin olmasıydı... Daha sonra gelişen 'bağlantısız ülkeler' hareketinin çıkış noktası da ABD odaklı 'Batı dünyası'nın emperyalist ve sömürgeci yaklaşımlarına karşı 'Avrasya' seçeneğini kullanmaktı...

O nedenle bu hareket içinde yer alan bir çok ülkenin Sovyetler Birliği ile dostça ilişkiler sürdürmesi ve Sovyetler Birliği'nin sağladığı ekonomik olanaklardan yararlanması doğaldır. Dolayısıyla Türkiye'nin de ABD ile ilişkileri ne zaman çıkmaza girse, Sovyetler Birliği seçeneğini (günümüzde Rusya Federal Cumhuriyeti) hatırlaması tesadüf değildir.

(Devam edecek)