Türkiye'nin Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana izlediği dış politika çizgisine baktığımızda üç dönemi birbirinden ayırabiliriz...

Birinci dönem Cumhuriyet'in 'tam bağımsızlık' çizgisini hayata geçirmeyi amaçladığı ve dış politikasının merkezine 'Yurtta Sulh, Cihanda Sulh' ilkesini koyarak çevresinde dost ülkelerden oluşan bir 'güvenlik kuşağı' yarattığı dönemdir... Bu dönemin bir başka özelliği de 'Batı emperyalizmine' karşı Sovyetler Birliği ile kurulan dostluğa özel bir önem verilmesidir.

İkinci Dünya Savaşı'nın çalkantılı yıllarında bu çizgiden sapmalar olmuş, Türk dış politikası savaşın ilk dönemlerinde üstünlük sağlayan ve Türkiye'yi adeta kuşatan Nazi Almanyası'na eğilim göstermiştir... Savaşın ikinci döneminde ise Almanya'nın Rusya karşısında gerilemeye başlaması ve Avrupa'ya müttefik kuvvetler tarafından çıkarma yapılmasının ardından dış politikasının yönü ABD-İngiltere eksenine doğru eğilmiştir.

***

İkinci Dünya Savaşı sonunda Sovyetler Birliği'nin genişleyerek Doğu Bloku'nu oluşturması karşısında 'Batı Dünyası'nın da ABD'nin liderliği altında toplanması 'iki kutuplu bir dünya' yaratmış, Türkiye, bu koşullarda tercihini 'Batı Bloku'ndan yana yapmıştır...

'Çok partili' yaşama geçme, Sovyetler Birliği ile dostluk politikasına son verme, Kore savaşına ABD ordusu eşliğinde katılma ve NATO üyeliği, bu tercihin doğal sonuçlarıdır...

1950 yılında işbaşına gelen Demokrat Parti iktidarında bu süreç daha da hızlanmıştır.

***

Sözü edilen süreçte 'tam bağımsızlık', Yurtta Sulh, Cihanda Sulh' gibi kavramlar adım adım rafa kaldırılmış, Ortadoğu'ya müdahale için NATO'nun uzantısı olarak oluşturulan Bağdat Paktı'nın (daha sonraki adı CENTO /Central East Treaty Organization) içinde yer alınarak Ortadoğu'daki karmaşık süreçlere Batı adına müdahale girişimleri yapılmıştır.

Dönemin Başbakanı Menderes, Meclis'te yaptığı ilk konuşmalarından birinde 'Şarki Akdeniz emniyetini maddi ve manevi bakımlardan korumak ve kuvvetlendirmek için, büyük dostumuz ve müttefiklerimizin dikkat ve alakalarını bu mesele üzerine çekmeyi görev biliyoruz' demiş...

Bu doğrultuda 1957 ve 1958 yılında Türkiye ve Irak'ın ABD adına birlikte Suriye'ye müdahale girişimi girişimi yaşanmıştır. Bu müdahale planı, Doğu Akdeniz meselelerini de kapsayan geniş bir plan olması nedeniyle, bir bakıma 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) 'anası' sayılabilir.

***

ABD sponsorluğunda Türkiye ve Irak'ın 1957 yılında Suriye'ye müdahale girişimi, iki ülke arasında yaşanan herhangi bir anlaşmazlıktan değil, Suriye'de 1954 yılındaki yapılan seçimler sonrasında Baas-Komünist Parti'nin ortak bir koalisyon kurmasından kaynaklanmıştır...

Bu koalisyonun 1957 yılında Sovyetler Birliği ile bir Ekonomik ve Teknik İşbirliği Antlaşması imzalaması dönemin Başbakanı Menderes tarafından 'Bölge dışı bir devletin Orta Şark'ta emniyet ve istikrarı esaslı olarak tehlikeye düşürecek şekilde üsler teşkiline teşebbüs etmesi ve bunda muvaffak olması' olarak yorumlanmıştır...

O dönemin popüler haftalık dergilerinden biri olan ve İnönü'nün damadı Metin Toker tarafından yönetilen 'Akis' dergisinde ABD'nin bu olayda perde gerisinden oynadığı kışkırtıcı rol şu sözlerle açıklanmıştır: 'Amerika gazetelerine bakarsanız, filin (ABD'de Cumhuriyetçi Parti'nin sembolü -EG) son derece kızdığına hükmetmek lazımdı. Komünist peyki haline gelen Suriye hükümetinin iyi bir dersi hak ettiğini yazıyorlardı. Fakat ne tuhaf, 'Amerika Suriye'nin Komünist olmasına tahammül edemez' diyeceklerine, 'Türkiye güney hudutlarında bir Komünist devletin teessüsüne müsaade edemez' diyorlardı.'

***

Bu müdahale girişimi, müdahalenin ortaklardan biri olacak olan Irak Kralı'nın kendisinin de bir 'Baas darbesi'yle devrilmesinden sonra çökmüştür...

Ne var ki, bu defa da Menderes Hükümeti, eski rejimi geri getirme amacıyla Irak'a müdahale ye kalkışmış, bu müdahalenin gerekçesi dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik tarafından şu sözlerle açıklanmıştır: 'Türk hükümeti hadiseleri daima kendi emniyetinin ve müttefiklerinin emniyetinin tehlikeye düşüp düşmemesi zaviyesinden tetkik etmekte ve dahil olduğu müşterek müdafaa paktlarının meşru müdafaa prensiplerinden ilham alarak siyasetini ayarlamaktadır.'

Neyse ki, bu olayda ABD 'aklı selim'le hareket etmiş ve Türkiye'nin Irak'a müdahalesine 'yeşil ışık' yakmamıştır.

(Devam edecek)