Çocukluk yıllarımdan anımsarım…

1980'lerden öncesinde köylerde yaşamışların belleklerinde böyle bir anı vardır mutlaka…

Evlerde radyo yoktur. Köy kahvesinde vardır ama…

Duvarın birine monte edilmiş rafta bir radyo.

Kimi iskambil oynar, söyleşir kimi… Çaylar, gazozlar içilir falan da, bir saat gelir ki, o radyonun kulağı bükülür, insanların kulakları da oraya çevrilir. Hatta gözler de… Sanki bir şey görülecekmiş gibi…

'Ajans vakti'dir çünkü…

***

Bu görüntüler çok geride kaldı.

Radyo yaygınlaştı önce. Derken televizyonlar… Her ev bir yana evlerin hemen her odasında baş köşeye kuruluverdi televizyonlar.

Dahası bilgisayarlar, internet ve görüntülü telefonlar derken haber kaynakları çok çeşitlendi.

Ayrıca haber için belli saatleri bekleme gereği de kalmadı. Bir olay olduğunda, yeni bir gelişme duyulduğunda internete başvuruyoruz önce.

Haber kaynaklarının bunca çeşitlenmesine karşın akşamları televizyonlarda yayınlanan ana haber bültenlerini kaçırmayanlar var.

'Ajans vakti' tutkunları…

Onlardan biriyim ben de…

***

Son haftalarda, dünyamızı tehdit eden bir virüs nedeniyle haber bültenlerini kaçırmayanların sayısı iyice arttı. Hele de evlerden çıkmayın uyarılarıyla birlikte eve hapsolanların sayısı çoğaldıkça…

Bültenlerin ana konusu da korona virüs salgını elbette.

Salgınla ilgili Türkiye'de ve dünyadaki gelişmeler, yeni test sayıları, pozitif tanı konanlar, yeni kayıplar, alınan önlemler…

Sunuculardan yorumculara dek herkesin dilinde 'izolasyon' ve 'maske' sözcükleri… Ve özellikle de 'sosyal mesafe' kavramı. Bu kavramı bir günde kaç kez duyuyoruz bilinmez…

Sokakta, marketlerde başka insanlarla aramızda 2 metreye yakın bir uzaklığı korumaya 'sosyal mesafe' denmesi ne kadar doğru diye düşündüm birçok kişi gibi.

'İnsanlar can derdine düşmüşken düşündüğün şeye bak!' diyenler olacaktır elbette. Olacaktır da, yaşamın eninde sonunda galip geleceği umudunu yitirmemek değil midir bu aynı zamanda?

Öyledir ve tam da bunun için bunları da tartışacağız, konuşacağız.

'Sosyal mesafe'de anlam alanı sınıfsal ayrımları işaret ediyor. Oysa sözünü ettiğimiz zengin - yoksul, emekçi – patron, yönetilen – yöneten, memur – amir ve dahası dil, din, renk, meslek gibi hiçbir ayrıma bakmadan insanların birbirlerine yakın olmamaları. Tokalaşmamaları, öpüşmemeleri… Öyleyse 'fiziksel mesafe' denmesi daha doğru geldi bana. Daha sonra sosyal medyadaki bir tartışmada karar verdim ki, en doğrusu, 'bedensel mesafe'…

Edebiyat öğretmeni Ramazan Doğan'ın sorusuna verdiği yanıtta Türkçe üzerine kitapları da bulunan Hüseyin Toptaş'ın yazdıkları konuyu oldukça netleştiriyordu.

'Sosyal mesafe'nin toplumbilim kavramı olduğunu anımsatan Toptaş, '…sınıfların birbirlerine karşı konumlarını anlatır daha çok ya da birbirinden farklı özellikteki insanlar arasında ilişkileri. Söz gelişi Amerika'da 'beyazlar'la zenciler arasındaki uzaklık vb. Günümüzde anlatılmak istenen 'bedensel uzaklık'tır.' diyordu.

Yazarlar ve dilbilim üzerine düşünenler 'sosyal mesafe' sözcüğünün son haftalardaki kullanım biçimini yanlış buluyor bulmasına da, haber bültenleri geniş kesimlerin beynine kazıdı bu yanlış kullanımı.

***

Geçen Cuma günü, saat 22.00 sularında, 31 ilde iki saat sonra başlayacak iki günlük sokağa çıkma yasağı duyurulunca özellikle üç büyük kentimizde sokaklara fırladı insanlar. O iki saatte alış veriş yapabilmek için… Çuvalla ekmek alanlar bile oldu.

Sokaklardaki, market ve fırın önlerindeki kalabalık yakınlık, uzaklık hiçbir şey dinlemiyordu. O çılgın anların videolarını çekip paylaşan paylaşanaydı sosyal medyada.

Birisi defalarca televizyon ekranlarına da taşındı. Orada o çılgın kalabalığı kaydeden kişinin sesi de kazındı belleklere:

'Sosyal mesafeyi gör Sebiha!'

***

Şunu da eklemeli bu yazıya…

Elbette köy kahvelerinde yanyana oturup 'ajans' dinlenen zamanlar geride kaldı da… Yine yanyana oturup çay kahve içilen, yanyana yürünen, tokalaşılan, sarılınan, öpüşülen zamanlara döndüğümüzde, kavram bir yana, insanlar arasındaki 'sosyal mesafe'yi de daha iyi görecek sanırım dünya.

Ve yeniden sorgulayacak!