Önceki yazımızda, aslında 'mikrobiyoloji'nin konusu olan ancak günümüzde yaşamın tüm alanlarını etkileyen 'salgın hastalıklar'ın uygarlığın gelişmesi ile ilişkisine dikkat çekmiş...

Geçmiş tarihsel anlatılarda 'tanrıların gazabı' olarak tanımlanan salgın olaylarına bakışın bilimin gelişmesine paralel olarak değiştiğini belirtmiş...

Ve tarihin kaydettiği ilk büyük salgın olan 'kara veba salgını'nı bu açıdan ele alacağımızı sözlerimize eklemiştik.

***

Burada bir noktayı öncelikle belirtmek gerekiyor...

Tek hücreli ve hücre çekirdeği olmayan virüs ve bakterilere genelde 'mikrop' adını veriyoruz...

17. yüzyılda mercek yapımının gelişmesi sayesinde görülebilen mikroplar, genelde bitki ve hayvanlar üzerinde asalak şekilde yaşıyor ve ürüyor... Bunların bir bölümü, üzerinde yaşadıkları organizmaya yararlı olurken, bir bölümü çoğalırken o organizmayı tahrip ediyor... Biz, mikrop sözcüğünü günümüzde genellikle bu tahripkar 'tayfa' için kullanıyoruz.

***

Dünyanın en küçük canlıları olan, hatta salt bir RNA parçacığı ve protein molekülünden ibaret olduğu için canlı olup olmadığı bile tartışılan corona virüs ve benzeri virüslerin de dahil olduğu mikropların, kendilerine özgü bir akla sahip oldukları ve üremek için çoğu zaman başka canlılar da dahil olmak üzere her imkanı kullandıkları söylenebilir...

Elbette, burada sözünü ettiğimiz 'akıl', insana özgü olan ve soyut düşünme, konuşma, yazma gibi becerilerle kendini dışa vuran bir akıl değil; doğada var olan uyum sağlama, üreme ve evrim geçirme gibi yasalara uygunlukla belirlenen diyalektik bir süreçtir...

İnsanlık bu süreçleri anladıkça, onların zararlı etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik önlemler alıyor; mikroplar ise bu önlemlere karşı önlemler alarak cevap veriyor... Ortada sonu bir türlü gelmeyen bir 'silahlanma', başka bir deyişle bir 'hırsız-polis oyunu' var; kendisine karşı önlemler alınan 'hırsız', devamlı yeni yöntemler geliştiriyor ve oyun böyle devam edip gidiyor.

***

Mikropların geliştirdiği yöntemler, esas olarak bitki, hayvan ve insanların organizmalarını kullanarak üremeye ya da onları yönlendirmeye dayanıyor...

O organizmalar da 'bağışıklık sistemleri' adı verilen mekanizmalarla bu istenmeyen misafirlerin organizmanın içine girmelerine engel olmaya çalışıyor...

Yani, bağışıklık sistemimizi oluşturan mikro organizmalar, bir tür 'koloni' olan vücudumuzun güvenliğini sağlama uğraşı veriyor... Koronavirüsün belirtileri olan yüksek ateş ve öksürük bu savaşın belirtileri.

***

Mikroplar, yalnızca canlıların (tabii bu arada insanların da) vücutlarını kullanmakla yetinmiyor, insanların uygarlık sürecinde yarattıkları üretim ve dolaşım süreçlerinden de yararlanıyor...

1346 yılında Avrupa'da patlak veren ve dört yıl boyunca yaklaşık 23 milyon 840 bin milyon kişinin ölümüne yol açtığı tahmin edilen 'Kara Veba' salgını böyle bir mikrobun 'başarı'sıydı...

Bu mikrop, önce pirelerin, daha sonra farelerin vücuduna girmiş, ardından insan vücutlarında daha rahat bir ortam bularak insanlara geçmişti. İnsanlar arasında yayılmak için onların geliştirdiği kıtalararası karayollarını ya da uzak mesafe yolculuğu yapabilen deniz araçlarını, Asya'dan Avrupa'ya ihraç edilen kürklerin üzerindeki pireleri, değerli baharat taşıyan gemilerdeki fareleri ve bu gemilerdeki mürettebatı kullanabilmişti.

***

Mikrobun 'başarısının' altında yatan diğer bir etken, doğanın ve insanların yarattığı bizim için olumsuz, onlar için olumlu koşullardı...

Salgın patlak vermeden önce, uygun iklim koşulları ve tarım teknolojisindeki bazı gelişmeler sayesinde ekonominin temelini oluşturan tarım sektöründe üretim artmış, bu da nüfus artışını tetiklemişti. Salgından önceki yüzyılda Avrupa nüfusu, 25 milyondan 75 milyona yükselmişti... Ancak 14. yüzyılın başlarında Avrupa'da 'küçük buzul çağı' olarak tanımlanan bir iklim olayı yaşandı... Bu olay nedeniyle tarımsal üretim düştü, yeterince beslenemeyen insanların bağışıklık sistemleri zayıfladı. Hiçbir altyapıya sahip olmayan küçük kentlerde toplanan fazla nüfusun yarattığı atıklar, salgın için son derece müsait bir ortam hazırladı...

Bir diğer etken de, o dönemde uzak Asya'dan başlayıp Macaristan ovalarına kadar yayılan Moğol istilasıydı. İstilanın yarattığı büyük göç dalgası mikrobun yayılmasını kolaylaştırdı.

(Devam edecek)