Bir çocuk. Yeni ayakta durabilmeye başlamış bir çocuk. Anne bir yana çömelmiş, baba bir yana. O ortada. Bir kolu annesinin omzunda, bir kolu babasının… Baba elini dizine koymuş ama anne ille de sağ elini uzatmış çocuğun göbeğine doğru. Sıkı sıkı tutma şeklinde değil, ne olur ne olmaz tedbiri. Tutuyor gibi, tutmuyor gibi… Bir tedbir olarak orada el.

Anne yüreği işte!

Bu fotoğraf, o çocuğun yaşamında çok özel bir yer edinmiştir babasını yitirdikten sonra. Hep yanında taşımıştır yıllarca.

Ne zaman uzaklara, dağlara baksa, ölen babasını düşünür. Onun yüzünü görür. Kadim atalarının yüzleriyle birlikte…

***

Kaf Dağı'nın 'aşk gibi gerçek' olduğunu düşünen o kişinin adı: Kara

Ruhunu şiir ele geçirmiş, Edip Cansever tutkunu biri olan Kara.

Elinde kırmızı bir karanfille yokuşu tırmanıp, Zürafa Sokağı'na giren bir 'mektepli'dir o! Bir geneleve elinde çiçekle giden genç…

Çünkü ilk kez kendisine bir çiçek sunulacak olan Sevda vardır orada…

***

Kara sevdayı bilir misiniz?

Sevmenin, hep sevmenin ama ömrü birlikte paylaşamamanın adıdır kara sevda.

Nice söylenceye, öyküye, türküye konu olmuştur…

Şimdi de yeni bir romanın sayfalarında çıktı karşımıza. Üstelik kitabın adı:

Sevda ile Kara.

Kara, Diyarbakır doğumlu ama ailesi Ankara'da yaşamakta olan bir üniversite öğrencisi. İstanbul'da… Sevda ise Zürafa sokak'ta, genelevde çalışan bir kadın.

Kara, aşk yaşadığı kızlar olmasına karşın Sevda'yla ilişkisini sürdürür hep. Aşkları biter de, Sevda ile ilişkisi bitmez. Üstelik, cinsellik içermeyen bir ilişkidir bu. Kimsenin anlayamayacağı…

Kara'nın yükseköğreniminini bitmesi ayırır yollarını… Kara Ankara'ya döner. Sevda ise, Kara'nın o en sevdiği fotoğrafın izinden Diyarbakır'a gider. Onun çocukluktan kalmış ayak izlerinin peşinden… Kara, onu bulmak için Diyarbakır'a gitse de, artık bir bulunmaza karışmıştır Sevda.

***

Bir romanı kendi içinden bir alıntıyla özetleyebilirsiniz…

Bu romanın özeti ise şu alıntıda:

'Otobüs hızlanmıştı. Yol bitmek bilmiyordu. Gece daha bir karanlıktı. Gaipten tuhaf bir müzik yankılanıyordu: 'Kara… Sevda… Kara… Sevda…'

Rivayet olunur ki; geceyarılarından sonra, hızla ilerleyen bir otobüsün içerisinde tuhaf bir müzik yankılanır ve bu müziği karaşın bir adamdan başka kimse duymazsa, gece canlıları, 'Kara… Sevda… Kara… Sevda…' diye inlerse ve acı girmişse iki yüreğin arasına ve içsel bir sızıysa tereddüt kuzeyde bir yıldız kayarmış ve bir fahişe ölürmüş hayatın gerçek faıhişeleri inadına yaşarken, bir fahişe ölürmüş…

Kuzeyde bir yıldız kaymıştı. Otobüs bozkırın kalbinde hızla ilerliyordu.'

***

Roman bir kara sevda öyküsü. Kara ile Sevda'nın yaşadığı…

Bu öykü çevresinde birçok başka öykü ve insan portresi de çıkıyor karşımıza…

'Tek serveti, mülkü ve sılası hatıraları' olan Cumhuriyetin ikinci kuşak büyükelçilerinden Müştak'ın dünyasına da giriyorsunuz… Mardin'den göçüp gelmiş olmalarına karşın Tarlabaşı'nda semtin en eski ailelerinden biri haline gelenlerden Azat'ı da tanıyorsunuz… Onun işlettiği Hayat Pavyonu'nda işe başlayan Hayat'ı da… 'İki yitik hasret, iki parça can' olarak savrulup giden Özge ve Özgür'ü… Harputlu Selam'ı… 'Hastane Önünde İncir Ağacı'nı sazıyla çalıp söylerken ağlayan Selam'ı… '…denizin sırrına kapılırsan gaip olursun' diyen ihtiyar balıkçıyı, 'Dünya, böylesi güzel insanların varlığıyla dönmeye devam ediyordu sanki' dedirten Hasan Usta ve Mualla Hanım'ı…

Otobüs şoförü Mesut'u… Yolların, yolda gitmenin tutkunu Mesut'u… Otobüs Kargasekmez'den Ankara'ya doğru sallanınca ille de Beethoven'in 9. Senfonisi'nin koral bölümünü dinleyen Mesut'u…

…ve ille de o fotoğraf… Kazınıyor belleğinize…

Anne bir yana çömelmiş, baba bir yana… Ayakta durmayı yeni yeni becerebilen bir çocuk ortada…

____________________________

(*) Serdar Aydın, 'Sevda ile Kara', A7 Kitap Yayıncılık, Birinci Baskı: Eylül 2019, İstanbul.