Dostlarım;

Bir proje olarak demokrasinin verdiği hakları kullanıp iktidara gelen/getirilen AKP 11 Eylül 2011’de FETÖ ile ortak olarak yaptığı anayasa değişikliği ile bugün yaşadığımız ekonomik, siyasal ve sosyal kaosun temelini atmıştı.

Bu değişikliğe dayanarak 2014'de Cumhurbaşkanı seçimi doğrudan yapıldı ve Erdoğan seçildi.

2017 'de yapılan ikinci seçimde ise Partili Cumhurbaşkanı sıfatı ile koltuğa oturdu.

Erdoğan’ın ikinci kez seçilmesi ile birlikte Türkiye’deki “sivil vesayet” veya “Ara rejim” resmen başlamış oldu.

Nedir ara rejim?

Kanunlar, demokratik kurallar, teamüllerin gözardı edilip olağanüstü bir anlayışla yönetimi demek.

Yaşı müsait olanlar bilir; Türkiye azımsanmayacak bir süre ara rejimle yönetildi. Bunlar askeri darbelerden sonra parlamentonun yeniden etkin hale gelinceye kadar geçen sürelerdi. 1960, 1971, 1980 sonrası örnek olarak gösterilebilir.

Ama bu ara rejim çok farklı.

Siyasal İslamcı bir parti ile güya Türk Milliyetçisi ortağının kurduğu “Çıkara dayalı, kanunların dikkate alınmadığı, mafyanın devlet nezdinde itibar gördüğü, rüşvet, yolsuzluk, nepotizm, liyakatsızlık temelli otokratik bir yapının egemenliğidir.

Ana muhalefet partisine yönelik başlayan ve CHP’yi hukuksuz olarak yargı eliyle dizayn etmeye çalışan bir anlayış var.

Hitler’in Propoganda Bakanı Göbels’e rahmet okutacak düzeyde algı operasyonu ile kamuoyu oluşturmaya çalışan ortaklar gözünü öyle karartmış ki bir asliye hukuk mahkemesinin verdiği kararla CHP’nin seçilmiş İstanbul İl Başkanını iki yıl sonra görevden aldığını ilan edebiliyor.

Yani Yüksek Seçim Kurulu’nun yetkilerini gasp ediyor.

Peki o mahkeme yasada olmayan yetkiyi kimden veya nerden alıyor ve neden?

Elbette biliyorsunuz. Eğer koltuk giderse sebepsiz zenginleşme, ulusal çıkarların korunmaması, rüşvet, yolsuzluk, hukuksuzluk, seçime hile karıştırma davalarından maaile yargılanacak.

Olasıdır ki partisi de kapatılacak.

Bütün mesele budur!