Avrupa Birliği ailesine dahil olmayı hayal eden ve yıllarca bunun için çaba harcayan Türkiye’den, turist vizesi almakta zorlanan, giderek Avrupa’dan izole olan Türkiye’ye… Son 20 yılın öyküsü yürüyüp yürüyüp bir arpa boyu yol alamayan ülkenin dönüp dolaşıp Ortadoğu zihniyetine saplanmasından ibaret.

Siyasal İslamcı yönetimin, zaten AB’ye girmek gibi bir derdi hiç olmadı. İktidara geldiği ilk yıllarda seçmene AB perspektifi sundu ama samimiyetten yoksun çabanın nedeni, askeri bürokrasinin etkinliğini yok etmekti. Bunu başardığı anda da AB ile açılan fasıllar birer birer kapandı; ilerleme raporları kesildi ve en sonunda AB’nin insan hakları raporunun karşısına AKP versiyonlu alternatif raporla çıkıldı. Şimdi hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı, işleyen bir piyasa ekonomisi gibi başlıkları bulunan Kopenhag kriterlerini hatırlayan yok bile…

Tansu Çiller başbakanlığı döneminde Gümrük Birliği anlaşmasını imzaladığında AB’ye girdiğimiz algısını yaratarak gündüz gözüne havai fişekler attırmıştı. Güya, sermaye de emek de AB bölgesinde serbestçe dolaşacaktı. Gerçi emeğin serbestçe dolaşımı başlı başına dezenformasyondan ibaretti ama hiç değilse işadamları serbestçe gidebiliyordu. Ama artık Avrupa kapıları onlara da kapandı. Çünkü, önüne gelene yeşil pasaport dağıtan Türkiye’den yapılan vize başvurularının neredeyse yarısı reddedilmeye başlandı. Sadece AB ve ABD değil İngiltere ve Kanada’dan da ret talepleri geliyor.

İşadamları, sanatçılar, yazarlar, bilim insanları turist olarak bile, karşı taraftan kabul gelse bile vize alamıyor. Son günlerde iş dünyasından feryatlar yükseliyor.

İş dünyası örgütleri, Schengen vizesinde yaşanan sorunun krize dönüştüğünü, ikili ticari görüşmelerin yapılamadığını, fuarlarda kiralanan stantların boş kaldığını belirtiyorlar ve AB’nin Türkiye’nin ihracatında yüzde 40’ın üzerinde bir orana sahip olduğunu hatırlatarak “Ticaretimiz olumsuz etkileniyor” diyorlar.

Avrupa, kapıları öyle bir tutmuş ki, girebilen kendini Viyana Zaferi kazanmış saysa yeridir

Birkaç gün önceki yazımda da belirttiğim gibi bunun iki nedeni var; birincisi Türkiye’nin göçmenleri çok kolay biçimde vatandaşlığa geçirip pasaport vermesi, ikincisi de Türkiye Cumhuriyet’i vatandaşlarının iltica başvurularının artması yani her birimizin potansiyel göçmen görülmesi… Bunun anlamı, batı dünyasına açık pencerelerin kapanması; Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri hep batı yönelimli gelişen siyasetin de toplumsal yaşamın da Ortadoğululaşmasıdır.

Türkiye “gri liste”de bulunuyor. Haliyle hangi pasaportu verirse versin AB nezdinde bir değeri yok. Nitekim, ülkelerin pasaportlarının gücünü ölçen istatistikler mevcut.

Ülkelerin vizeli veya vizesiz seyahat olanaklarını değerlendiren Henley Passport Index, her yıl dünyanın en güçlü ve zayıf pasaportlarını açıklıyor. 2023 listesine göre, Japon pasaportu sahipleri dünyanın yüzde 85′i olan 227 destinasyonun 193′ünü vizesiz ziyaret edebiliyor. Asya’daki diğer iki ülke ise 192 destinasyonla ikinci sırada yer alıyor. Bunlar Güney Kore ve Singapur. Aynı şekilde Avrupa ülkeleri de ön sıralarda yeralıyor. Bir önceki yıla göre 2 sıra gerileyen Türkiye ise 110 ülke içinde 52. Sırada...

Yani Türk pasaportu en iyi ile en kötü arasında orta yerlerde sürünüyor.

Haliyle listedeki yeriniz de yurttaşınızın vize başvurularında, sınır kapılarında göreceği muameleyi belirliyor. Türkiye, büyüyen vize sorununu siyasi şantaj olarak değerlendirip, büyükelçileri bakanlığa çağırarak rahatsızlığını iletse de AB, dikkate almıyor bile.