Öğretmenler okul sözcüğü ile özdeştir. Belki de bu iki sözcük kadar birbirlerine yakışan çok az sözcük var ya da bu bağlamda olmazsa olmaz bir ikincisi yok gibi geliyor bana. Okuldur bizi öğretmenlerle buluşturan, sınıftır, öğretmenlerdir, bize okulu da eğitimi de sevdiren...
***
İlkokuldan üniversiteyi bitirene değin öğrenim yaşamım boyunca 79 öğretmenim olmuş. Kimin var ki bu kadar öğretmeni! Seviniyorum onlarla gururlanıyorum... Askerliğimi yedek subay öğretmen olarak yapmıştım. Bugün de arkadaşlarımın büyük çoğunluğu öğretmenlerden oluşuyor. Bendeki öğretmen sevgisi daha okula gitmeden başlar. Köyümüzün okulunun 3 öğretmeni (Zuhal Ilgaz, Seyfi Sezer, M. Necati İmre-köy enstitülüydüler) Evimiz kiracısıydılar. Amcam da Gölköy Köy Enstitüsü'nü bitirmişti. Böylece daha okula gitmeden öğrenmiştim okuyup yazmayı onların ilgisiyle…
***
İlkokuldan merhum M. Ali Eroktay'ı iyilikleri ile Şemiye Öğretmeni üzüntü ile. Yaşar Deriş ve Sadık Küçükelbir'i sevgi ile anıyorum. Ortaokulda merhum Türkçe öğretmeni Mehmet Atay, Fransızca öğretmeni Mediha Özkan, Türkçe öğretmeni M. Güzin Anadol, Matematik Öğretmeni -Müdür Turan Gökdeniz ve Tarihçi Zehra Güven bende iz bıraktılar. Yaşayanlarına buradan sevgi, saygı ve özlem duyuyorum.
***
Lise öğrenimimi İstanbul Kabataş Erkek Lisesi'nde yaptım. Kabataş Lisesi'ni öğretmenleri ile sevdim. Hala anılarımı süsler okulum ve öğretmenlerim. Pencere kenarında ise sıranız, arada bir gelip geçen vapurlara bakar düdük seslerini duyarsınız. Rıhtımında, medusaları izler, geceleri mehtaba çıkardınız, rıhtım boyunca...
Okulun giriş kapısında Ömer Seyfettin'in büstü, bahçesinde manolya içinde atkestanesi ağaçları vardı. Ama bize okulu sevdiren, bu görüntüler kadar, öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımızdı. Onlarsız okulun tadı var mıydı? Kuşkusuz yoktu.
***
Okulumuzun babaları ve anaları da vardı ağabeyleri de. Galip Baba, Baba Behçet, Sabahattin Baba gibi... İsmet Ana, Bedia Alev, Abla Muhsine Usmanoğlu gibi… Ağabeylere gelince. Ahmet Taner Kışlalı, Ergin İnanç, Uğur Aykan gibi. Lakabı olan öğretmenlerimiz, bir geleneğin sürdüğünü gösterirdi. Öküz Hilmi, Atom Arif, Sallabaş Kemal, Kürt Aziz gibi. Müdürümüz Faik Dranaz, anıt adamlarından biriydi okulun. Öylece de kaldılar bende.
***
Yaşamımda hiç sevmediğim öğretmen yok muydu? Vardı elbet! Bu onları insan olarak da sevmediğimden kaynaklanıyordu. Ayrıca onların derslerini de sevmemiştim. Karnemdeki düşük notlar da onlara aitti. İnsan, bilgiyi sınıfta öğreniyor ediniyordu da yaşamı öğrenemiyordu. Bize dışarıdaki yaşamı anlatan öğreten Behçet Necatigil, Semih Nafiz Tansu, Hilmi Ziya Apak, Zeliha Bali idi.
***
Daha çok felsefeyi de Faik Dranaz anlatıyordu. Münir Raşit Öymen, psikoloji ve mantık okutuyordu. Hepsinin verdiği notlar 9-10'du. Ne var ki notlar yaşamda verilmiyordu. Daha doğrusu yaşamdaki notlar öğretmen-öğrenci ilişkisindeki sevgi, saygı, özveri, dayanç bilgi öğrenme merakına içtenliğe dayanmıyor. Bunu ilişkilerdeki çıkar ve konum, durum ve yorumlar belirliyor. Sanıyorum çocukluktan gençliğe, okullar da bizim kişiliğimize damgasını vuruyor kimi öğretmenlerimizle birlikte… Galiba biz, sanki onların bugün birer örneği gibiyiz.
***
Özellikle son çeyrek yüzyılda anlattıklarımın eğitim anlayışımızın ve uygulamalarının bugünkü tablodan çok uzak olduğunu düşünüyorum. Atatürk diyordu ki : 'Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, şanlı yaşatır, ya da bir milleti esaret ve sefalete terk eder.' Gençlere önerim o dur ki yalnızca sınıfta dersi öğrenmekle yetinmeyip araştırmacı, meraklı, çok okuyan, okuduğuyla çağının gereklerini kavrayan bir yaklaşım içinde olmalarıdır. Yeni eğitim-öğretim yılının başarılı geçmesini diliyorum.