Ünlü Alman filozofu Friedrich Nietzsche, 1889 yılının ocak ayında dolaşmaya çıktığında yürümediği için sahibi tarafından kırbaçlanan bir atı görür. At, kırbaç darbeleriyle mecalsiz kalmış, merhametsiz faytoncu, hiçbir vicdani rahatsızlık duymadan kırbacı şaklatmaya devam etmiştir. Kırbaç güçtür, güç de faytoncunun elindedir.

Nietzsche, gördüğü manzara karşısında dayanamaz, canından can çıkar adeta; ağlayarak atın boynuna sarılır, onu sahibinin gösterdiği şiddete karşı korumaya çalışır. Öper, öper, öper... Sonunda gözyaşları içinde olduğu yere yığılır. Rivayet edilir ki, Nietzsche, o sırada 'Anne ben bir aptalım' der. Çıldıran filozof kendi karanlığına gömülür. 10 yıl boyunca hiç kimse ile konuşmaz ve bir akıl hastanesinde hayatını kaybeder.

Bu olay,'Torino Atı' olayı olarak bilinir.

Nietzsche 'Tanrı öldü, tanrı öldü, tanrı öldü' diye haykırır; ölen tanrının yerine 'üstün insan'ı koyar; dünyadaki temel devinimin kaynağında da 'güç istenci'ni bulur. Şöyle der;

'Bu dünya için bir ad mı istiyorsunuz? Tüm bilmeceleri için bir çözüm? Siz kendini en iyi gizleyen, en güçlü, en yılmaz, en gece yarısı insanlar için bir ışık?-- Bu dünya güç istencidir- ve başka hiçbir şey değildir! Ve siz kendiniz de bu güç istencisiniz-- ve başka hiçbir şey değil!'

Gelin görün ki, artık koşamayacak durumdaki zavallı atı kırbaçlayan faytoncunun acımasız gücü karşısında, Nietzsche, o çok eleştirdiği merhametin uyanışını çıldırma pahasına yaşayacaktır. Kim bilir, belki de yıllar süren suskunluğun içinde o ana kadar yazdıklarının reddiyesi gizlidir.

Sahibi tarafından saldırganlık dürtüleri geliştirilen pitbull köpeğinin Gaziantep'te 4 yaşındaki bir çocuğa saldırmasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Belediyeler barınaklar kursun ve sokak hayvanlarını toplayıp barınaklara götürsün' talimatı üzerine köpeklerin hedef haline getirilmesinde de böyle bir güç ilişkisi var. İşgüzarlık yapan belediyeler, görenlerin yüreklerini dağlayacak şekilde bir sokak hayvanları avına girişti.

'Köpeği düşündüğünüz kadar çocuğun da yaşam hakkını düşünün' tarzı bir söylem şu sıra çok hakim olmuş durumda. Ancak, bu, meseleyi basitleştirmekten öteye gitmiyor.

Elbette ki, çocuğun yaşam hakkını savunacağız, ama aynı zamanda sokak hayvanlarının da doğal ortamlarında yaşaması gerekmez mi?... Tecavüz edilen, kuyruğu, kulağı, bacağı kesilen, yakılan, gözleri oyulan, türlü türlü işkencelere maruz bırakılan sokak canlılarının da bir hakkı var bu dünyada. Prof. Dr Sevil Atasoy'un da dediği gibi 'Unutmayalım ki hayvanın yaşam hakkı, aslında insanın yaşam hakkıdır. Çünkü bilinen seri katillerin başlıca ortak noktası, hayvana yönelik şiddet geçmişlerinin olmasıdır.'

Nasıl ki, bir cinayet işlendiğinde herkes toplanıp kamplara tıkılmıyorsa sokak hayvanlarına da vahşi uygulamalar yapılamaz. Köpekleri toplayıp, yiyecek bulamayacakları bölgelere terk etmek, bu canlara işkence yapmak, onları kimi yerlerde silahla vurarak kimi yerlerde zehirleyerek öldürmek hiçbir şekilde savunulamayacağı gibi çözüm de değildir.

2004 yılında çıkarılan hayvanları koruma kanununa göre belediyelere bakım evleri kurma ve kısırlaştırma işlemi yaptırma görevi verildiği halde, bu sorumluluklarını yerine getirmeyenleri sorgulamak, petshoplarda kedi ve köpek satışını denetlemek varken insanoğlunun merhametine sığınmış ağzı dili olmayan canlıları diri diri toprağa gömmek, kuşlar için bile vakıf kurduğu söylenen bir medeniyetin çocuklarına yakışmıyor.

Bütçesini zorlama pahasına sokak hayvanlarını besleyen, evini, bahçesini onlara açan yüz binlerce hayvan sever şu an derin bir çaresizlik içinde gözlerinin önünde sergilenen vahşete tanıklık ediyor.

Her biri tıpkı Nietzsche gibi ağlıyor ve hepsi çıldırmanın eşiğinde...