Yerköy'ün yanıbaşında bir mezar. Biriketle örülmüş duvarlar var etrafında… 'Söğütlerin arasında, dikenlerin içinde' bir mezar. Toprağın altında yatan genç ölü henüz taze, yirmi üç günlük… Ankara'dan arkadaşları gelmiş. Ölüye sesleniyor içlerinden birisi:
'Lan Dino' diyor, 'Sana dikenlerin içinde yatmak yakışır mı?'
Ölüler konuşmaz ya, arkadaşlarından birisi olan yazar Ali Balkız konuşturuyor (*) ölüyü, 'Asaf'ın Annesi' başlıklı yazısında… Yeraltından üzerindeki toprağı yarıp başını kaldırıyor da sanki yanıt veriyor arkadaşına genç ölü:
'Onlar annemin çiçekleri, aşiret kadınının çiçekleri dikenden olur.'
1993'ten söz ediyorum. 25 Temmuz 1993'ten…
O genç ölü, tanıdığı yazarların şairlerin portrelerinin yanısıra durmadan deve kuşlarının, o başını kuma gömmekle ünlü deve kuşlarının karikatürlerini çizmekle tanıdığımız bir karikatürist olan Asaf Koçak. Arkadaşlarının mızıkasından yayılan ezgilerle de anımsadığı Asaf… Işıl ışıl gözleriyle dikkat çeken, tanıdığım en güzel gözlü insan olan Asaf.
Bedeni ise yanıklar içinde. Çünkü, ölmemiş, yakılarak öldürülmüştü o! Hem de arkadaşlarıyla birlikte… Şair, yazar, ozan, semahçı arkadaşlarıyla birlikte…
Otuz beş insan yakılarak öldürülmüş ve arkadaşlarının, eşlerinin, dostlarının, yazdıklarından, söyledikleri türkülerden tanıyanların yüreğine de düşmüştü o yangın. En çok da annelerinin, annelerin…
***
Asaf'ın annesine bu acı da yeterli görülmemiş, bir başka acı daha yaşatılmıştı. Toprağa verilmesi nasıl da sorunlu olmuştu Asaf'ın…
Ali Balkız'ın olay henüz tazeyken kaleme aldığı yazısından alıntılayarak anımsatayım:
'Sıvas'ta yakılınca Asaf, eniştesi alıp onu Yerköy'e annesinin yanına götürdü. Ölen Asaf değil annesiydi. Ölen Asaf'tı ama, kuduran da onu yakanlara koşut davranan, cenaze namazını kılmayan, kıldırtmayan ilçenin müftüsü Ahmet Emin Sağbaş'tı. Asaf'ın da çok umurundaydı doğrusu. Ama annesi öldürülüyordu. Müftü Efendi gelenekleri, görenekleri, aşireti, kabileyi, klanı, töreyi öldürüyordu. Anne Arife ölüyordu.'
Asaf, annesine böyle bir acı yaşatmak ister miydi hiç? Hangi insan ister? Ki Asaf, nasıl severdi annesini! Bütün dostları bilir ki, her sözü 'Kızılderili' dediği annesine çıkardı onun. Belki de, Balkız'ın dediği gibi, 'Yaşamının tek kadınıydı, hep onu sevdi'.
Oysa Nazım Hikmet'e, yıllar yıllar önce 'Sizi de bir ana doğurmadı mı?' diye sordurtan cani ruhlular, evet, bir anadan doğmamış gibi davranabiliyorlardı işte. Hala da davranıyorlar…
***
Bazı acılar küllenmiyor hiç!
Bugün 2 Temmuz…
Ve ben, o lanetli 2 Temmuz 1993'ün unutamadığım akşamını düşünüyorum. Ankara'da nasıl da Sıvas'tan gelecek haberlere kilitlenişimizi anımsıyorum. Cep telefonu, internet gibi iletişim olanaklarının da olmadığı o kara yılda, karanlığı dinler gibi dinleyişimizi Sıvas'tan gelen haberleri… Sonraki günlerin kederini. Esenboğa'ya cenazeleri almak için gidişimizi, cenaze törenlerini…
Bazı acılar küllenmiyor hiç!
Küllenmiyor!
____________________________
(*) Ali Balkız, 'Sıvas'tan Sydney'e Pir Sultan', Prospero Yayınları, Birinci Baskı: Kasım 1994, Ankara.