Nevzat Çelik'in idamdan yargılanırken hapiste yattığı günlerin ürünü olan 'Şafak Türküsü' (*) bizim kuşağın yiten, yok edilen gençliğinin çığlığıdır. 1984'te, ödül kurumları şimdiki kadar yozlaşmamışken, Akademi Kitabevi Şiir Birincilik Ödülü'nü almıştı.
Bir kuşağın, 1960'lı yıllarda doğmuş olanların acısı, yalnızlığı, özlemi, öfkesidir 'Şafak Türküsü'nde dile gelen… Şiir estetiği açısından kim ne derse desin, 1970'li yıllarda ilk gençliğini yaşayıp tam da 'delikanlılık' çağında 12 Eylül fırtınasına yakalanmış herkesin yazdığı bir kitaptır o! İmza Nevzat Çelik'tir o kadar!
Şu dizeler bizim kuşak için gerçekten bir özet çünkü:
'Hani benim sevincim nerde? / Bilyelerim topacım / Kiraz ağacında yırtılan gömleğim / Çaldılar çocukluğumu habersiz // Penceresiz kaldım anne / Uçurtmam tel örgülere takıldı / Hani benim gençliğim anne'.
Evet, bizim kuşağın, o yılların bütün yöneticilerine sorusudur bu?
Ortak sorumuz…
İmza Nevzat Çelik'tir o kadar…
***
Şiiri Türkiye Nevzat Çelik'ten duymadı. Ahmet Kaya'dan duydu. Hatta çoğu kişi Nevzat Çelik adını bilmeden dinledi, dinliyor o şiirin sözlerini türkü olarak.
Hem 'sol arabesk yapıyor' dediğim, hem de dinlemeden edemediğim birisiydi Ahmet Kaya…
Hatta hiç unutmam, yıllar önce, bir röportajda müzikle ilgim sorulduğunda, her türlü müziği dinlediğimi söylemiştim. Ne demek istediğimi ise şöyle somutlaştırmıştım:
'Ahmet Kaya'dan Mozart'a kadar…'
Ama öyleydim evet, hala öyleyim.
***
Sonra belleğimden silinmeyen bir olay…
Tarih:
11 Şubat 1999.
Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül töreni…
Ahmet Kaya sahnede.
Hazırlıklarını sürdürdüğü sonraki kasedinde Kürtçe türkü söyleyeceğini söylüyor…
Bu söz üzerine bir fırtına kopuyor salonda…
Birileri ayağa fırlıyor hemen. El kol hareketleri ve bağırışlarla 'Bu adamı defedin!' diyorlar.
Sonra çatallar bıçaklar fırlatılıyor Ahmet Kaya'ya…
Sonrası malum…
Tam da buradan başlıyor Ahmet Kaya'nın 'sürgün'lüğü…
Ve 'sürgün'de gencecikken veda ediş öyküsü yaşama…
***
Ahmet Kaya'nın söyleyeceği daha nice türkü varken erkenden ölmesinde o 'Bu adamı defedin!' diyenlerin, o çatal bıçakların 'günahı' çok!
Çok da…
Bugün dönüp bakınca yaşadığımız serüvene, anlıyoruz ki onlar birer figürandı.
Sinema diliyle söylüyorum özellikle…
Birer figürandılar.
Türkiye'mizde yıllardır oynanan bir oyunun parçasıydılar.
Kürt-Türk diye bizleri birbirimize düşman etmek isteyenlerin figüranı…
Toplumsal atmosfer, Ahmet Kaya'ya çatal bıçak atmaya çok uygundu…
Buradan bakınca masumlar belki de…
Dahası, hala böyle bir düşmanlık üzerinden meyve toplamaya çalışanlar var… Hem de ne çok!
***
Bunları niye anımsadım?
Sinema yönetmeni Tunca Yönder'in ölümü nedeniyle…
Çektiği filmlerde kendisinin de oynamasıyla biliniyordu.
Bunlardan söz etmek isterdim.
Ama önce usuma o 11 Şubat 1999 geldi.
***
Ölenleri hayırla yad etmek geleneğimizdir. 'Ölenin ardından kötü konuşulmaz' denir. Deriz.
Deriz de… Ölen bir sanatçıysa, ölümünün ardından yazılan yazıda onu göklere çıkarıp size göre yanlışları varsa söylememekse, bir 'ölü sevicilik' olmaz mı?
Böyle düşündüğüm içindir ki anımsadığımı anlattım ben de…
Bir yönetmenin yaşadığı toplumsal ortam nedeniyle figüran olmasına ne deyim?
____________
(*) Nevzat Çelik, 'Şafak Türküsü', Alaz Yayıncılık. Birinci Basım: 1984, İstanbul.