Dostlarım;
Her geçen gün biraz daha otoriter anlayışın en tepeden en aşağıya kadar hakim olduğuna tanıklık ediyoruz.
Ne acı ki bu anlayış, oranı az da olsa belli bir kesim tarafından kanıksanmaya, kabullenilmeye başlandı.
Biz, Cumhuriyet ilan edileli beri, darbe dönemleri dahil hiç bir zaman tek adam tarafından yönetilmemiştik.
Çünkü tek adam yönetimi demek hukuk, kural, yönetim kültürü, yerleşik geleneklerin dışlanması demektir.
Yani keyfi yönetim anlayışıdır.
Eğer; tek adam yönetimi iyi bir şey olsaydı Ulu Önder Atatürk Türkiye’yi kurduğunda “tek adam” yönetimini getirirdi. Kimse de itiraz etmezdi.
Kaldı ki çağdaşları otoriter liderlerdi…
Ama O, öyle istemedi.
Osmanlı’da yok sayılan sadece, savaş dönemleri anımsanan bir halkın kendi öz benliğine dönüşmesi için “Demokrasi”nin gerekli olduğuna inanıyordu. Yani seçimle gelenin ülkeyi yönetmesi gerektiğine inanıyordu ve öyle de yaptı.
Bu gün kapısında “demokrasimiz” için destek istediğimiz AB ülkelerinde o dönem adı bile olmayan kadına, seçme seçilme hakkını veren ilk lider olarak tarihe geçti.
Savaş ortasında “iktisat kongresi” yaparak uzmanların görüşlerini, önerilerini aldı, uyguladı. Yani ortak akla bilimsel düşünceye inanıyordu.
Oysa bu gün; bırakın ortak aklı,
seçilmişin önerisini, atanmışların itirazı bile sürgün veya soruşturma sebebi olabiliyor.
Cemaat – tarikat yapılanmasından ders alınmamış olmalı ki AKP örgütlerinde görev yapmış hukuk fakültesi mezunlarının veya yakınlarının hakim-savcı yapıldığı bir hukuk sistemi Türkiye’yi bataklığa sürükledi.
İşte o nedenle Cumhuriyet’in kurucu partisinin lideri Türkiye’deki desteğin yetersiz olduğunu düşündüğü için AB’de demokrasiye destek projesini başlattı!
Demem o ki,
Hukuk devleti ilkesi yönetenlerle birlikte bizzat hukuku uygulayanlar tarafından öyle çok hoyratça çiğnendi ki…
hak ve hukuk ülke dışında aranır oldu.