KPSS 2021-1 Tercih Kılavuzu yayınlandı ve ataması yapılacak şehir plancısı sayısının 'sıfır' olduğu anlaşıldı. Evet, bildiğimiz sıfır. Rakamla '0', yazıyla da 'sıfır'. Oysa Diyanet İşleri Başkanlığı'na bu yıl 5100 personel alınacak. Demek ki, planlanacak şehirlere değil de betona gömülen halkın ruhuna Fatiha okuyacak imama daha çok ihtiyacımız olduğu düşünülüyor.
Türkiye'yi yöneten sağ zihniyetin plan kavramıyla pek barışık olduğu söylenemez. Planlama, tıpkı demiryolları, kooperatifçilik gibi 'komünist icadı' kabul edilmiş, günlük düşünen, her türlü kaynağı hor kullanmakta zerre beis görmeyen sağ, halkın plana değil pilava ihtiyacı olduğunu savlamıştır. Nitekim, 'Halk plan değil pilav istiyor' şeklindeki o meşhur sözün sahibi dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'dir. 1960'lı yıllarda dillendirilen bu veciz ifadenin bir eleştiri olarak yöneltildiği adres ise Türkiye'nin planlı gelişmeye ihtiyacı olduğunu söyleyen CHP'dir.
Demirel'in siyaset literatürüne yerleştirdiği ve ne zaman planlamadan söz açılsa, onu geçersizleştirmenin aracına dönüştürdüğü 'plan mı pilav mı' ikilemi, yaşanan onca acı tecrübeye, felakete rağmen hala geçerliliğini koruyor. Acı gerçek şu ki, geniş halk kitleleri de planı bir kağıt parçası gibi gördü; kağıt yenilemezdi. Pilav öyle miydi? Yağı, bulguru, tadı, o anda yaşattığı toklukla hissedilebilen bir şeydi ve tam da önündeydi. Dolayısıyla ödemek zorunda kaldığı ağır toplumsal maliyetleri, can kayıplarını, doğa tahribatını, sel felaketlerini, heyelanları, durup dururken çöken binaları, suyun, havanın, toprağın kirlenmesini kaderden saydı. Karadeniz insanını, bir uçtan diğer uca kadar denizden koparan, her yağmurda bir yerleri çöken otoyol projesini de, şehirlerde bir çizgi oynatılarak yapılan mevzi imar planı değişiklikleriyle bir gecede elde edilen zenginlikleri, kul işi göremedi. Çünkü, hacısı, hocası, Diyanet'in görevlendirdiği personel, tarikat cemaat şeyhi, ona 'her şey Allah'tandır' inancını vaaz ediyordu. Ve, her seçimde plancılar yeniliyordu.
Her şeye rağmen 1980'lere kadar yine de bir planlama düşüncesi vardı. Küreselleşmeci, özelleştirmeci yeni liberal politikalar bu düşünceyi yavaş yavaş kemirdi, aşındırdı. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidara gelmesiyle birlikte de lafı dahi edilmez oldu. Hatta, Türkiye Cumhuriyeti'nin en prestijli kurumlarından biri olan Devlet Planlama Teşkilatı lağvedildi. Plan neydi ki, halka yabancılaşmış elit bir zümrenin cam fanuslarında gördüğü hülyaların kağıda dökülmüş haliydi. Oysa, devlet 'şirket gibi yönetilmeliydi'.
Bugün artık TOKİ Cumhuriyeti olduk.
Nüfus öngörüleri, bu nüfusa göre su, kanalizasyon, elektrik gibi temel altyapı hizmetlerinin belirlenmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerine daha kolay erişim, trafik yükünün hesaplanması, yeşil ve sosyal donatı alanlarının düzenlenmesi, havaalanının nereye kondurulacağı gibi çok temel şeyler, şehir plancılarının, mimarların, inşaat mühendislerinin uzmanlık alanını ilgilendiren konular olmaktan çıktı, siyaset erbabıyla, ittifak içinde olduğu tüccar zihniyetin rant amaçlı faaliyetine dönüştü. Haliyle yaşanılır olmaktan çıkan, betonlaşmanın bir heyula gibi üzerimize çöktüğü şehirler, diri diri mezara gömüldüğümüz mekanlar olmaya başladı.
Oysa, dünyada suyun damlasını, toprağın zerresini ziyan etmeyecek yeni anlayışlara, modellere, sistemlere ihtiyaç var. Çünkü, artık pilav tehlikede...