Son yazımızda Türkiye'nin Lozan'da kapitülasyonlara son vermek için 'Batılı' devletler koalisyonunun başını çeken İngiltere'ye karşı yürüttüğü mücadeleden söz etmiş ve İsmet İnönü'nün bu konuyla ilgili anılarını aktarmıştık. Türkiye, o mücadeleden galip çıkmış ve kapitülasyonların yanı sıra devletin gelirlerine borçlara mahsuben peşin olarak el koyan Düyunu-u Umumiye idaresinin lağvedilmesini de kabul ettirmişti...
Ancak mesele orada bitmedi...
Devamını yine İsmet İnönü'nün anılarından okuyalım:
''Anlaşmanın imzalanmasından sonra) Lord Curzon ile bir gece toplantısında bulundum.
Lord Curzon bana dedi ki:
'Para kimsede yok. Ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz.'
***
İnönü, bu sözleri hiç unutmadı...
Nitekim, anılarının devamında şunları söyledi:
'Lord Curzon'un bu sözleri kulağımda kalmıştır ve sözünün geçtiği her yerde hatırlamışımdır. Lozan Konferansı olalı 45 sene geçti. Bu sözleri hiçbir zaman unutmadım. Bu 45 sene içinde para almak için müracaat ettiğimiz her yerde bu ihtimalleri görmüşümdür. Lord Curzon'un sözleri bittiği zaman, kendisine dedim ki: 'Şimdi meseleleri halledelim, para istemek için gelirsem o zaman gösterirsiniz.' Hakikat şudur ki, İkinci Cihan Harbi kapı önünde görününceye kadar mali bakımdan bize kolaylık gösterilmemiştir. Ve Türkiye kendisini kendi alın teri ile tamir ederek İkinci Cihan Harbi'ni idrak etmiştir.'
***
İnönü'nün kulağından hiç çıkmayan Lord Curzon'un sözleri, 1950'li yıllarda iktidara gelen Demokrat Parti yöneticilerinin bir kulağından girdi diğerinden çıktı gitti...
Ve 1950'li yıllarda yeni bir hikaye başladı...
'Biz bu filmi daha önce görmüştük' denilen türden bir hikaye!
***
Bu noktada kısa bir hatırlatma yapalım...
Türkiye'nin Ulusal Kurtuluş Savaşı ve daha sonra verdiği 'milli ekonomi kavgası', o dönem emperyalizmi temsil eden gelişmiş 'Batılı' devletlere karşı yürütülen bir mücadeleydi...
Sözü edilen dönemde, 'Batı' kavramı emperyalist kampı, 'Doğu' kavramının ise bu kampın kendisine bağımlı kıldığı ve sömürdüğü tüm 'öteki' dünyayı ifade etmekteydi.
***
Bu açıdan bakıldığında o dönemde Avrupa emperyalizmine karşı mücadele yürüten Türkiye ve Sovyetler Birliği, 'Doğu'nun, bir başka deyişle 'Avrasya'nın 'Batı'ya karşı mücadelesini temsil eden iki devletti...
Böyle olduğu içindir ki, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1939 yılına kadar Sovyetler Birliği ile sıkı bir dostluk ve ittifak politikası yürütmüş...
Ve o dönemde uyguladığı 'devlet eliyle ağır sanayi kurma' politikasında, tıpkı Ulusal Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, en büyük desteği Sovyetler Birliği'nden görmüştü.
***
İkinci Dünya Savaşı yılları tüm Avrupa ve Sovyetler Birliği açısından 'yıkım yılları' oldu...
Bu savaşta yıkımdan kurtulan ABD, ekonomik olarak büyük bir üstünlük sağladı ve 'Batı dünyası'nın liderliğini üstlendi...
Türkiye ise, Cumhuriyetin 'büyük devletler arasındaki kavgaya karışmama' ilkesini uyguladığı ve ekonomisinin milli niteliğinden güç aldığı için bu kavganın dışında kaldı.
***
İkinci Dünya Savaşı sonrasında işler değişti...
'Batı' ile 'Doğu' arasında yürütülen 'soğuk savaş' sırasında Türkiye, Sovyetler Birliği'ne karşı kurulan 'Batı cephesi'nin bir parçası haline geldi ve 'Batı' ile 'Doğu'nun karşı karşıya geldiği Kore savaşına ön saflarda katıldı...
O yıllarda ekonominin durumu da bir 'onarım' gerektiriyordu ve bunun için akla ilk gelen çare 'Batılı' devletlerden 'kredi almak' oldu.
***
'Kredi' denilince, Cumhuriyeti kuran kuşağın liderlerinin aklına hemen İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un yukarıda aktardığımız sözleri gelmekteydi...
1950 yılında iktidara gelen Menderes Hükümetinin gözünde ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında artık İngiltere bile ABD'nin yardımına muhtaç bir haldeydi...
Dahası, ABD, o yıllarda ülkemizde 'Batı' emperyalizminin temsilcisi olarak değil, aksine demokrasinin ve uygarlığın temsilcisi olarak görülüyor, daha doğrusu öyle gösteriliyordu.
(Devam edecek)