Önceki yazımda Uğur Mumcu'nun 'Sakıncalı Piyade' kitabındaki bir yazıdan söz etmiştim. Sözü Uğur Cilasun'a getirmekti amacım. Getirdiğimde sütunum dolmuştu. Kaldığım yerden sürdürüyorum…

***

O dönemde, 1971 faşizmi yaşanırken en çok idam kararı veren mahkemedir Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi… Ve o mahkemenin bol idamlı davalarından birisidir 'Dr. Uğur Celasun ve Arkadaşları' davası…

Savcı Yargıç Yüzbaşı Ali Hüner idam cezası istiyordur sanıklar hakkında…

***

O yıllarda bir tek televizyon kanalı var… Siyah beyaz TRT. Şimdiki gibi yirmidört saat yayın yok. Akşam törenle açılıp, gece törenle kapanan bir televizyon yayını var… Hatta, sonunda 'televizyonunuzu kapatmayı unutmayın!' uyarısı yapılıyor…

O tek kanalda haberleri kim mi okuyor?

Zafer Cilasun…

Genç yaşında yitirdiğimiz Zafer Cilasun… O yılları yaşayanların belleğinde bir ekran görüntüsü olarak durur hep…

Bende duruyor örneğin… Hiç unutmuyorum o yüzü..

Çünkü görüntülerin birbirine karışacağı bir durum yok… Bir tek kanal var… O kanalda haberleri ise o sunuyor…

'Ajans vakti'ni izliyor herkes… Daha doğrusu, televizyonu olan ayrıcalıklılar…

Ben de o ayrıcalıklılardanım. Çünkü yatılı okul öğrencisiyim. Başka türlü izleme şansım yoktu. Köyümde televizyon ne gezer, elektrik bile yokken…

Konuya döneyim…

Zafer Cilasun'un önüne haber metinleri konuyor okuması için…

Okuyor…

Hüzünlenerek… Ağabeyinin idamla yargılanmasını…

'Dr. Uğur Cilasun ve arkadaşları… İdam cezası istemiyle…'

***

Dr. Uğur Cilasun…

12 Mart döneminde gencecik bir doktordu. Doktor olarak yaşama atılmayı beklerken idamla yargılanmaya başladı.

O davadan Türk hukuk tarihine kalan en önemli ayrıntı şudur, kalmışsa:

'..Şu halde iddia edildiği gibi, işkence yapılmış ise, gerçeğe aykırı bilgi elde edilmemiş, gerçeğe uygun bilgi edilmiştir.'

Mahkeme kararındaki (Dilbilgisi açısından elbette yanlış olan) bu tümcenin kurulma nedeni, sanıkların kendilerine işkence yapıldığını iddia ederek, suçlamaları kabul etmemeleri. Peki, mahkeme tutanağındaki bu ifadeden ne anlıyorsunuz?

Uğur Mumcu, o yıllarda bu konuyu dile getirirken, yanıtı veriyor:

'Yanisi şu: İşkence doğruyu söyletmişse, yararlıdır. Gereklidir. Mahkeme gerçeği arar. Gerçek çeşitli yollardan bulunur. Gerçek işkenceyle de bulunabilir.'

Özetle işkence, bir sorgulama yöntemi olarak kabul ediliyor.

***

Aynı yaklaşım yaklaşık on yıl sonra gelen 12 Eylül dönemi için de geçerli.

Türkiye'nin bugünleri, o karanlık dönemlerle hazırlandı işte. Böylesi kararlarla nice yaşam darma duman edilerek, nice insanın geleceği karartılarak...

***

Bunları niye anımsadım?

Dr. Uğur Cilasun'un ölümü anımsattı bana bunları…

Cilasun, o suçlamayla yaklaşık iki yıl cezaevinde kaldı. Askeri Yargıtay'ca aklanan Cilasun, Hacettepe Üniversitesi'nde (HÜ) eğitimini sürdürerek Halk Sağlığı Uzmanı oldu. Türk Tabipleri Birliği'nde (TTB) genel sekereterlik yaptı. Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Hekimler Derneği'nin (NÜSHED) kurucuları arasındaydı.

Sağlık alanında örgütlü mücadeleyi önemsiyordu. Buna uygun yaşadı. Son yıllarda köşe yazıları da yazdı. Kalemle de ışık olmaya çalıştı.

***

Yazının başlığına gelince…

Yaklaşık yarım asır sonra Uğur Mumcu'nun yazı başlığını yeniden kullanmış oldum. Artık 'Anayasayı tangur tungur etmek' diye bir suç kalmamış olmasına karşın…

Anayasa, her gün 'tangur tungur' edilirken…