Türkiye'nin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalist Batı dünyasının oluşturduğu 'Amerikancı cephe'ye katılarak o zamana kadar izlediği denge politikasını terk etmesinin ağır sonuçları oldu...

Örneğin, bu tercih sonucu, Türkiye, 1960'lı yıllarda gelişen 'Bağlantısız Ülkeler' hareketine lider olma şansını elinden kaçırdı. Dünyanın emperyalizme karşı ilk başarılı ulusal mücadelesini vermiş ülkesi olmanın prestijini, bu ülkelere karşı ABD ve diğer sömürgeci emperyalistler safında mücadeleye girerek kaybetti...

NATO'ya katılabilmek için dünyanın öbür ucunda cereyan eden ve bizi hiçbir şekilde ilgilendirmeyen Kore Savaşına katılarak bir çok kayıp verdi...

Topraklarında ABD nükleer silahlarını barındırması nedeniyle Küba krizi sırasında eşiğine gelinen bir nükleer savaşın kurbanı olmasına ramak kaldı.

***

Peki, yapılan tercih sonucu bir yarar sağlandı mı?..

Hayır...

ABD ve Avrupalı emperyalist devletler Sovyetler Birliği'ne karşı Türkiye'yi öne sürseler de Ulusal Kurtuluş Savaşında uğradıkları yenilgiyi hiç unutmadılar...

Türkiye, ne zaman ulusal menfaatleri doğrultusunda bir adım atsa onu 'cezalandırma' girişiminde bulundular...

Sevr Anlaşması aracılığıyla uygulamaya çalıştıkları Kürt ve Ermeni politikalarını, Demokles'in kılıcı gibi Türkiye'yi 'hizada tutmak' için kullandılar...

Türkiye'nin NATO üyesi olmasından yararlanarak ülkenin bağımsız savunma politikasını ve altyapısını yok ettiler...

Türkiye, Kıbrıs buhranı sırasında anlaşmalara dayanan yasal haklarını kullanmak istediğinde engel oldular; engel olamadıklarında ise Türkiye'ye karşı 'silah ambargosu' uygulayarak cezalandırdılar...

Türkiye'de askeri darbeler tezgahladılar ve demokrasinin gelişmesini önlediler...

İç politika sahnesini istedikleri gibi düzenlediler ve 'neo-liberal' ekonomi politikaları dayatarak kamu iktisadi girişimlerini tasfiye ettiler...

1990'lı yıllarda Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku'nun dağılmasının ardından artık karşısında bir 'düşman' kalmadığı için kendisine de gerek kalmayan NATO'yu bir çok ülkeyi parçalamak ve ABD'ye bağımlı tutmak amacıyla kullandılar...

Bunu yaparken Türkiye artık bir 'Cephe ülkesi' olarak önemini yitirdiği için onu da Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bölünüp zayıflatılacak ülkeler safına koydular.

***

Avrupa Birliği'nin (AB) izlediği Türkiye'yi bağımlı kılma ama içine almama politikası da ancak bu bağlam içinde anlaşılabilir...

AB, kuruluşundan itibaren ABD'nin başını çektiği uluslararası cephenin bir parçasıdır ve onun tarafından yönlendirilmiştir...

Ve Türkiye'yi hiçbir zaman içine almayı düşünmemiştir.

***

Günümüzde Türkiye, bölge ülkeleri ile önemli sorunlar yaşıyor, Suriye'den Doğu Akdeniz'e kadar uzanan geniş bir cephede kaynaklarını tüketiyor ve ekonomik olarak büyük sorunlarla boğuşuyorsa, bunun nedeni yıllardır izlenen Batılı emperyalist ülkelere 'tek yanlı bağımlılık' politikalarıdır...

Ne var ki, Dünya, 'çok kutupluluk' olarak nitelenen yeni bir dönüşümün içine girmiş bulunmaktadır...

ABD, artık 'Batı dünyası'nın tartışılmaz lideri değildir.

***

Rusya'nın yeniden toparlanarak uluslararası ilişkilerin belirleyici unsurlarından biri olarak ortaya çıkması, hızla gelişen Çin'in ekonomik alanda ABD'ye meydan okuması, AB ülkelerinin kendi içlerinde ayrışarak parçalanması, gelişmekte olan ülkelerin yeni uluslararası birlikler kurması, oluşmakta olan çok kutuplu dünyayı karakterize etmektedir...

Bu yeni dünyada, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen dünyadaki gibi davranması ve tek yanlı bir bağımlılık politikasını sürdürmesi 'anakronik' bir davranış olacaktır...

Türkiye, içinde bulunduğu tüm zorluklara karşın büyük potansiyel gücü olan bir ülkedir. Türkiye'yi yönetenlerin yapması gereken şey, 'O başkan gider, bu başkan gelirse ABD ile ilişkilerimiz düzelir; eski 'güzel günlere' döneriz' diye hayal kurmaktan vazgeçip, oluşmakta olan yeni dünyada artık vücuduna dar gelen eski elbiseden kurtulmak ve ülkenin özgücüne dayalı yeni bir denge politikası oluşturmaktır.

(Bitti)