31 Mart 1909 olayları ülkemizde farklı şekillerde yorumlanmıştır ve bu farklı yorumlar iki ana başlık altında toplanabilir...

Olaya 'çizgisel tarihsel gelişme' açısından yaklaşan görüşe göre bu olay, gerici bir komplodur ve dönemin ilerici akımlarının desteklediği meşruti yönetime karşı Şeriat'a dayalı bir yönetim kurmak amacıyla Abdülhamid, İngilizler ve tarafından organize edilmiştir...

Ayaklanmanın fikri ve fiili önderi konumundaki Derviş Vahdeti ve onun yandaşları tarafından yargılama sırasında savunulan görüş ise tam aksi yöndedir. Bu görüşe göre ayaklanma, askerlerin meşru talepleri istismar edilerek hazırlanmış provokatif bir olaydır ve bu olay Yahudiler ile Masonlar tarafından planlanmıştır!

***

Bu görüşlerden ikincisinin başarısızlığa uğramış gerici bir ayaklanma girişiminin sorumluluğundan kaçma çabasından kaynaklandığı açık olduğu için üzerinde uzun uzadıya durmanın gereği yok...

Ancak birinci açıklama tarzının da bazı problemleri var:

Bu açıklama, durumun karmaşıklığını (örneğin isyanı başlatanların 'Meşrutiyeti korumak için Selanik'ten İstanbul'a gönderilmiş Avcı Taburlarına mensup askerler olduğunu ve 'meşrutiyet'in daha işin başından beri farklı kesimler tarafından farklı biçimlerde yorumlandığını) göz ardı ederek olayın kavranmasını güçleştiriyor...

Bu yazıda savunacağımız görüş ise birinci açıklama tarzına yakın olmakla birlikte '31 Mart Olayı'nı II. Meşrutiyet'in ilanından sonra ortaya çıkan 'ikili iktidar' olgusunun yol açtığı gerginliğin yarattığı bir sonuç olarak ele alıyor.

***

Bilindiği gibi çözüme ulaştırılamayan büyük toplumsal bunalımlar sırasında ortaya çıkan 'ikili yönetimler' geçici dengelere dayanmaları nedeniyle 'istikrarsız' bir nitelik taşır ve sonunda çatışan taraflardan birinin dengeyi kendi lehine çevirmesiyle son bulurlar...

II. Meşrutiyet, Payitaht'ta (İstanbul'da) üslenmiş 'mutlakiyetçi' II. Abdülhamid'in mutlakiyetçi yönetimi ile Selanik merkezli olarak 'Rumeli'de örgütlenmiş 'liberal-demokrat' İttihat ve Terakki örgütü mensubu asker-sivil aydınlar arasındaki çatışmanın kesin bir sonuca ulaştırılamaması sonucu oluşmuş geçici bir uzlaşmanın ürünüydü...

Bu denge 31 Mart ayaklanmasıyla bozulmuştur.

***

Bilindiği gibi, II. Meşrutiyet'in ilanına yol açan olay, 1908 yılında İngiltere ve Rusya, Reval'de yapılan bir konferansta Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'daki topraklarının paylaşılması konusunda anlaşmaya varmalarıydı...

İttihatçı subaylar, bu anlaşma karşısında sessiz kalan II. Abdülhamid yönetimine karşı Selanik, Manastır başta olmak üzere Rumeli bölgesinde bir ayaklanma başlatmışlar...

Bu ayaklanmayı askeri güçle bastırmayı başaramayan II. Abdülhamid ise ayaklanmacıların en önde gelen taleplerinden biri olan 1876'da lağvedilen meşruti yönetimi ve anayasayı tekrar yürürlüğe koyarak geri bir adım atmak zorunda kalmıştı.

***

Bu olay, tüm ülkede bir bayram havası yaratmıştı...

Ancak talepleri birbirine zıt olan kesimlerin her birinin bayramı farklıydı...

Örneğin, Rumeli bölgesinde yaşayan Türkler, Meclis'e ve Anayasa'ya dayalı meşrutiyet yönetimini ülke topraklarının savunulmasını sağlayacak yeni bir yönetimin iş başına gelmesi olarak görürken; Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan gibi balkan ülkelerinin desteğiyle bölgede 'komitacılık' yapan 'ayrılıkçı' toplulukların temsilcileri bu olayı 'bağımsızlık' yolunda atılmış bir adım olarak değerlendiriyor...

Dinsel inançları nedeniyle ayrımcılığa tabi tutulduklarını düşünen topluluklar artık ayrımcılığa maruz kalmayacakları inancına kapılırken; dinci cemaatler ve muhafazakar eşraf meşrutiyeti 'yüce padişahın bir lütfu' olarak biraz da zoraki bir biçimde kabulleniyordu.

***

Birbiriyle çelişen bütün bu talep ve dilekleri bir araya getiren sihirli sözcük' 'Hürriyet'ti...

Ne var ki, her kesim 'hürriyet'ten farklı bir şey anlıyordu...

Ve bu durumun sürgit devam etmesi imkansızdı.

(Devam edecek)