Ankara hareketten uzak bir kenttir.
Saatler gece yarısını gösterdiğinde bir loşluk çöker kentin dört bir yanına.
Sokaklar ıssızlaşır, bazı binalardan taşan aydınlık, gecenin uçsuz bucaksız karanlığında mum ışığı gibi kalır.
Bu özelliğin nedeni Başkent oluşunun ağırbaşlılığından mıdır?
Memur kenti olmasının yansımasından mı?
Yoksa gelişmiş ülkeler başkentleri gibi 24 saat yaşayan şehir olmayı bir türlü beceremediğinden mi?
Mevsimler gelir geçer, Ankara'nın üzerine sinen solgunluk bir türlü eksilmez.
24 sat yaşayan değil, 24 saat uyuyan bir kent gibidir.
Ankara'yı böyle bir griliğe iten, yaşamsal ortamını afyonlayan neden yılların ihmali değil midir?
Hizmet yerine, laf üretme kolaycılığına kaçma alışkanlığının payı yok mudur derin uykuya daldıran bu ''ninni'de.
Ankara tarihi, turistik ve kültürel değerleriyle ''yıldız'' kentlere boynu bükük bakmayı hak etmiyor.
24 saat yaşayan kent demek, 24 saat yaşatan kent demektir.
Ekonominin canlı tutulmasıdır.
Hareketliliktir.
Turist demektir.
Mutluluktur.
Boynu bükük değil, başı dik gezmektir.
Gıptayla baktığımız Avrupa'nın ışıltılı kentleri, her yıl milyonlarca turist ağırlayan bugünkü konumlarına sihirli değnek sayesinde gelmedi.
Sahip olunan tarihi ve kültürel değerlerin kıymetini bilmek gerek.
Kazmanın hedefi bu zenginlikler değil, onu yok eden, eksilten uygulamalar olmalı.
Yerel yönetim seçimleriyle ilgili takvim işliyor.
Her geçen gün seçim sandığına bir adım daha yaklaşıyoruz.
Şu ya da bu fark etmez…
Yeter ki Ankara'yı layık olduğu lige taşıyacak bir zihniyet çıksın sandıktan.
Düşlerdeki Ankara gerçek olsun.