Mevsimlerin de bir dili var. İnanın hayvanlar bu dili biz insanlardan daha iyi biliyor. Henüz ağaçlar tomurcuklanmamışken; mevsimin uç verdiğini anlayan karga ailesi, kavak ağacının üst dallarındaki bir çatala yuva kurmaya başlar.
Mevsim ilkbaharsa insan durmadan yeni bir dünyanın hayalini kurar. Dudaklarda sürekli türkülerin sihirli melodileri duyulur. Sevgi durur mu hiç. O da yeni tohumlar atar toprağa. Mevsim yazsa yorucu bir günün sonunda, temmuz sıcağında cenneti andırır yaşanan günler. Bahar çiçeklerle, yeşilliklerle, cıvıl cıvıl kuşlarla, meleşen kuzularla, yaz elma, armut, kirazla; güz narla ayva ile, güz sararan yapraklarla, soğuyan hava ile; kışsa karla, tipiyle, kardan adamla konuşur. Konuşmayan dilsiz yoktur doğada.
Güz gelir çile başlar, dert başlar. Okulların açılışı, çocukların okul giderleri, bir yandan kışlık gereksinimler seni çağırır yanına. İster otur birlikte kahve iç, kola iç, ayran iç. İstersen bunları düşünürken git meyhaneye içebildiğin kadar iç. Sonra buldun mu kafayı: sallana sarsıla yalpalayarak, düşe kalka eve geldiğinde, kimseyi rahatsız etme. Eve geldinse, kendine gel!
Güzün kışa selam verdiği bu günlerle birlikte "gaflet, sıkıntı ve usanç" sarmalında dünya telaşının daha da arttığına tanık oluyoruz. Renk renk hazan yaprakları rüzgârların önüne dökülüp savrulurken mevsim artık sonbahardır. Dünyanın dört bir yanı kar altındayken mevsim artık kıştır. Mevsimler de konuşur bence, tıpkı insanlar gibi. Seslenir insanlara; hazırlan! Kışa hazırla kendini, diyerek. Undu, bulgurdu, yağdı, turşuydu, konserveydi, kışlık yiyeceklerini; odundu, kömürdü –kimi yerde tezek yakacaklara da-, kalın giysilerini al der. Ansızın yakalanırsan soğuğa, karakışa ayvayı yedin demektir. Açtı-yoksuldu demez, hastaneye düşürür seni. Para yetiştiremezsin doktorlara, ilaçlara…
Nereden nereye geldim? Mevsimler de konuşur diyordum hep yazılarımda. Her şey konuşur. Yaz demeden, kış demeden. En çok da insanlar konuşur. Konuşarak anlaşır. Sorunları olayları konuşarak çözer. Ne var ki konuşmakla bir yere varılsaydı bugün içinde yaşadığımız sorunlarla boğuşmaz, eskiden olduğu gibi ‘‘komşu komşunun külüne muhtaç’’ der geçerdik.
Diyorum ki kainatta amaçsız ya da başı boş yaratılan hiçbir şey yoktur. Her şey insan içindir. Daha da esrarengiz olan bütün bir kâinat insana hizmet etmek için, insanı ‘eşrefi mahlukat’ seviyesine çıkartmak için hassas ve zarif bir şekilde dizayn edilmiştir. Kâinattaki her varlık kendi diliyle bizlere çok ince mesajlar verir. Dağlar, taşlar, ovalar, denizler, bütün canlılar, hatta mevsimlerle...