Koronavirüs salgını, mRNA aşı teknolojisini geliştiren ve koronavirüs aşısını bulan Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türecik'in tüm dünya tarafından tanınmasını sağladı...

Türk kökenli bu iki bilim insanı, Almanya'nın en üst düzey devlet madalyası olan Almanya Federal Cumhuriyeti Yıldızlı Büyük Liyakat Nişanı'na layık görüldü...

Toplumumuz onlarla gurur duydu...

***

Türecik ve Şahin, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in nişan takdimi konuşmasını dinlemek üzere salona girerken Almanya Başbakanı Angela Merkel onların arkasında yürüyordu...

Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, nişan beratlarını verirken, 'Çığır açan keşfiniz, insanların hayatlarını kurtarıyor' sözleriyle onlara teşekkürlerini sundu...

Bu sahne, o ülkede bilime verilen değeri ortaya koydu.

***

İki biliminsanının ortak bir özelliği vardı...

Uğur Şahin, 1965 yılında Hatay'ın İskenderun ilçesinde doğmuş, dört yaşında annesi ile birlikte Almanya'da işçi olarak çalışan babasının yanına göç etmiş, yaşamının geri kalanını orada geçirmişti...

Özlem Türeci ise doktor olan babası kendisinin doğumundan önce Almanya'ya göç ettiği için o ülkede doğmuş ve orada eğitim görmüştü.

***

Kısacası, her iki bilim insanı da neredeyse tüm yaşamlarını Almanya'da geçirmiş ve o ülkenin kendilerine sunduğu eğitim olanaklarından yararlanarak bugünlere gelmişlerdi...

Bu olay bana bir başka eğitim insanının yaşam serüvenini hatırlattı...

1953 yılında TED Ankara Yenişehir Lisesi'nden birincilikle mezun olduktan sonra 1953 yılında okul bursu ile ABD'ye giden, 1956'da Kaliforniya Üniversitesi'nden mezun olmasının ardından ABD'nin en prestijli üniversitelerinden Yale Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine getirilen, 1963'te Yale Üniversitesi'nin 300 yıllık tarihinde en genç üçüncü öğretim üyesi olarak 'tam profesörlük' unvanı alan, bir yıl sonra Yale Üniversitesi'nde teorik kimya bölümünü kuran, bir çok bilim dalında burada sıralamaya yerimizin yetmeyeceği kadar çok bilimsel çalışmaya imza atan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'nu.

***

Salt ABD'de değil dünyanın bir çok önemli ülkesinde 'Türk Aynştayn'ı' olarak tanınan Sinanoğlu, Yale'de 37 sene hocalık yaptıktan sonra, 1997'de ülkesine hizmet etmek için Yıldız Teknik Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak göreve başladı...

ABD'de eğitimini tamamladığı ve çalıştığı 40 yılı aşkın sürede dünyanın en itibarlı üniversitesinde bir bilim insanının sahip olabileceği tüm imkanlardan yararlanmış olan Sinanoğlu, anılarını içeren kitapta Türkiye'de yaşadıklarını şöyle anlattı:

'Yıldız Teknik'te kimyada bir takım hanımlar var, beyler var, profesör, doçent. Dışarıda da vardır. Burada da var, entrikalar döner, ona buna köstek olurlar. Birkaçı dedikoducu belli odama geliyorlar. Herkeste dahili telefon var. Ankara'ya bile telefon edemiyorsun. Bilgisayardan bağlanamıyorsun, İnternet yok. Üç dört yıl bağlantı kurulmadı. Hüseyin Afşar'a (bolum başkanı) bari bir telefon bulun dedim. Bana direk telefonundan paralel hat çektirdi. Bazen o yokken arıyorlar, telefonu açıp sekreteriyim diyorum. Bölümde iki tane meraklı hanım var, ortalıkta dolaşıp dedikodu yapıyorlar. Bunlar bir gün odama geldiler o sırada telefon çaldı. Bu ne dediler. Ben de saf saf telefon dedim. Ertesi gün geldim, koridordan teli kesmişler. Ben de zannediyorum ki, ben bunlar için fırsatım, öyle konular var ki dünyada herkes gelmiş Yale'de benden öğrenmiş; Rusya'sından, Doğu Blok'undan, Avrupa' sın dan. Ben ayaklarına gelmişim, yeni bir şey öğrenin, yapın. Yok.'

***

Oktay Sinanoğlu Yıldız Üniversitesinden ayrıldıktan sonra tekrar ABD'ye döndü ve kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi...

Kendisiyle ilgili olarak medyada çıkan son haber, resmi web sitesinde yayınlanan şu duyuru oldu:

'Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu çok ağır hastadır. Fikri haklar konusunda ıvır zıvır şeyler konu edilerek İstanbul'da kendisine onlarca dava açılmış ve açılmaya devam ediyor. Oktay beyi savunacak davaları fiziki olarak takip edecek avukat arkadaşların yardımını rica ediyoruz. Davalar birbirinin benzeri basit davalar, bizim haklı olduğumuz konulardır. Fakat davalar çok sayıda ve Oktay bey hasta olduğu için maddi ve manevi yönden zarar görmektedir. Şu sırada Nobel ödülü için yayınlarını göndermemiz gerekirken bu işlerle uğraşmak durumunda kalıyoruz. İstanbul'da yardım edebileceklerin [email protected] a yazmalarını rica ediyoruz.'

***

Kısacası...

Zor iştir, Türkiye'de bilim insanı olmak!