Bu satırları okuduğunuz zaman Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden biri sonuçlanmış olacak...
Biz bu yazıyı gazete baskıya girmeden önce yazmak zorunda kaldığımız için bu seçimlerin sonuçlarını yorumlayamıyoruz...
Ancak yazı dizimizin ana konusu ekonomi...
Tıpkı bu seçimlerin ana konusu gibi...
Hal böyle olunca 'kıssadan hisse almak' ya da 'tarihten ders çıkarmak' adına geçmişe bakmak belki günün rüzgarına kapılmaktan daha iyidir.
***
Önceki yazılarımızda 1950'li yıllardan başlayarak 12 Mart 1971 askeri müdahalesine kadar olan dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinin periyodik olarak bunalım dönemlerinden geçtiğini ve bu bunalımların kökeninde ekonomik ilişkilerin bozulmasının yattığını savunduk...
Bu bunalımların sonucunda 'sağcı' ya da ABD yanlısı' olarak bilinen siyasi iktidarların yerlerini askeri rejimlere ya da muhalif partilere bırakmak zorunda kaldığını gördük...
Bu iktidarların tümü başlangıçta ABD'nin desteğiyle işbaşına gelmişlerdi.
***
Bu durumun sebebine baktığımızda bir gerçekle karşılaşıyoruz...
Her dönemin 'ABD dostu' iktidarlarını bile sonunda bu ülkeyle karşı karşıya getiren olgu borç sorunudur...
ABD ile başlangıçta yaşanan balayı dönemi sonunda borçların birikmesine, istenilen kredilerin kısıtlanmasına, büyük ölçekli devalüasyonlara yol açmakta, bu durum borçlanmayı sürdürmek zorunda olan iktidar partilerinin ABD'nin alternatifi olan Sovyetler Birliği'ne yönelmesi sonucunu doğurmakta ve bu durum da ABD'nin tepkisi sonucunda söz konusu iktidarların yerlerini başka alternatiflere bırakmasıyla sonuçlanmaktadır.
***
Peki, bu olay günümüzde de geçerli midir?..
Bilindiği gibi AKP, 2002 yılında siyasi iktidara geldiğinde bir önceki koalisyon hükümetinin kredisi tükenmişti...
Bu hükümet biriken borç ve bankaların krize girmesi sonucu IMF ve Dünya Bankası ile masaya oturmuş ve ekonominin yönetimini tek yanlı olarak Dünya Bankası'nın 'tayin ettiği' Kemal Derviş'e bırakmıştı...
Parlamento dışından gelerek Hükümete giren ve ekonominin tek söz sahibi durumuna gelen Derviş de uyguladığı kemer sıkma politikalarıyla bankacılığı yeniden yapılandırarak Türkiye'nin 'kredibilite'sini onarmıştı.
***
Ne var ki bunu yaparken tarımsal üreticilerin canını yakmıştı...
Derviş'in uyguladığı politikalar sonucu tarım kesimine verilen tüm destekler kaldırılmıştı... 'Doğrudan Gelir Desteği' adlı bir tür 'sosyal yardım' fonu oluşturulmuş, bunun da kaymağını büyük toprak sahipleri yemişti...
Bu uygulama sonucu o koalisyonu oluşturan DSP, ANAP ve MHP yapılan erken seçimde topluca baraj altında kalmış, o dönemde kurulan AKP, ABD ve Batı'nın büyük desteğiyle iktidara gelmişti.
***
AKP, o sıkıntılı dönemin ardından ABD'nin parasal genişlemeye ağırlık verdiği ve sıcak para miktarının önemli ölçüde arttığı bir dönemde iktidar oldu...
Kemer sıkmanın ardından gelen bu parasal bollaşma kredi kaynaklarının artmasına ve kredi faizlerinin nispi olarak düşmesine yol açtı...
Kredinin yanı sıra büyük kamu kuruluşları özelleştirildi ve bu para da piyasaya aktı.
***
Şimdi o dönemin sonunu yaşıyoruz...
Biriken borç döngüsü artık daha fazla borçlanarak sürdürülemez hale geliyor ve kredi muslukları kısılıyor...
Türkiye'nin brüt dış borç stoku 31 Aralık itibarıyla 2017 itibariyle 453,2 milyar dolara, net dış borç stoku 291,2 milyar dolara ulaşmış bulunuyor.
***
ABD, bu süreçte daha fazla para basmak yerine faiz hadlerini yükselterek bir zamanlar ortalığa saçtığı dolarları ülkeye çekmeye çalışıyor, 'dostlarına' kaynak aktarmak yerine yüksek vergiler vb yöntemlerle para tahsil etmenin yollarını arıyor...
Bu durum ABD'nin yalnız Türkiye gibi 'gelişmekte olan' ülkelerle değil Almanya, Kanada, Fransa gibi 'gelişmiş' dostlarıyla olan ilişkilerini de olumsuz etkiliyor...
Dahası bu gerilim, giderek siyasi ilişkilere de yansıyor.
***
Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemdeki bozulmayı bu süreci kavramadan doğru biçimde yorumlayamayız...
'Bu durum Türkiye'de bir siyasi iktidar değişikliğine yol açar mı?' sorusuna gelince...
Bunu da yaşayıp göreceğiz.