Her insanın yaşam serüveni benzersizdir. Bir sanat yapıtı gibi…

Ayrıntılarda nice gizli çiçek açmıştır, nice at koşmuş, nice kuş kanat çırpmıştır.

Benzersizdir yaşamlar…

Kalın çizgilerle çizmeye kalkarsanız aynı gibidir de, ayrıntılara indikçe ortaya çıkar benzersizlikler…

Sanat yapıtlarında da öyle değil mi?

***

Karikatürist Faruk Çağla'nın kendi kaleminden özyaşam öyküsünü okurken (*) düşündüm bunları.

Çağla, bedensel engelli insanların günlük yaşamda karşılaştıkları sorunları çizgilere taşıyan bir çizerimiz.

Niye?

Çünkü kendi yaşadıkları onlar… Kendi yaşamından süzdükleri…

Çocukken geçirdiği bir rahatsızlığın etkisiyle sol ayağı yıl yıl eğriliyor, kısalıyor. İki kez ameliyat oluyor. Ama çözüm olmuyor bunlar. Ünlü bir profesör, 'Seni iyi edeceğim' diyor. Diyor demesine de ameliyatı asistanına bırakıveriyor. Ameliyatta 'yanlış aygıt kullanılması' sonucu bizim Faruk Çağla hiç yürüyemez oluyor.

Bu durumu gülmece diliyle özetliyor Çağla:

'Doktorlar tam anlamıyla beni 'iyi etmiş'lerdi.'

***

Dahası mı?

Lise ve üniversite (İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nun Grafik Bölümü) yıllarında tabelacılık yaparak ekmek parası kazanan Çağla'nın karikatüre yönelmesinin nedeni de bu. Diyor ki:

'İşte bu olay yaşantımın dönüm noktası oldu… Ekmeğimi grafiker olarak kazanmaya hazırlanırken, içinde bulunduğum özel durum beni karikatüre yöneltti. Hastanedeki insan davranışlarının adaletsizliği, sakatların çektiği çileler, nasıl sakat kaldıkları, kısacası geneldeki tüm bozuklukların sakatlara yansıması beni o denli etkiledi ki, bunları karikatür yoluyla insanlara iletme duygusu temel gereksinmelerim kadar önemli olmaya başladı. Sakatlığı yaşayan ve duyumsayan biri olarak espri üretmek ve yaratmak zor olmadı. Ayrıca grafik eğitimimiden gelen sabırlı ve titiz işçilikli görsele anlatım biçimini de ekleyince, kanımca evrensel düzeyde işler ortaya çıktı. Eğer sakat kalmasaydım, daha doğrusu 'tıp kazası' başıma gelmeseydi, kariikatürcü falan olmayacaktım.'

***

Her ne kadar karikatürist olmasını 'tıp kazası'na bağlasa da, ondaki çizgi tutkusu çocukluğuna uzanır. Yine kendisinin anlattığına göre, daha ilkokuldayken, hatta daha da once, babasının eve getirdiği dosya kağıtlarına resimler çizermiş. Bulutları seyrederken, çocuk dünyasında bulutların ona hayal ettirdiklerini… Henüz dört yaşındayken, bir beyaz bulutu ak sakallı bir adama benzetmiş. Çizmiş kağıda. Annesine göstermiş, 'Anne bak, bu Allah!' diye. Annesinin yanıtı mı?

'Oğlum sus. Allah'ın resmi yapılır mı? Günah!'

***

Biz onu karikatürist olarak tanıdık.

Ama o bir grafiker olarak kazandı ekmek parasını. 1980 yılında, henüz 23 yaşındayken Kuşadası Belediyesi'nin amblem yarışmasında birinci olmuştu. Birinci olmuştu olmasına da, bu ödülü de '12 Eylül kazası'na takıldı. Parasını vermediler. 15 yıl sonra mahkeme yoluyla alabildi ancak…

İstanbul Metrosu'nun logosu da ona ait. Yıllar sonraki bir röportajında (**), '…hayatımdaki en önemli eserim önce oğlum, sonra da İstanbul Metrosu logosudur.' diyordu.

Okuduğumda, karikatürlerine haksızlık etmiş diye düşündüm.

Çünkü ben onu nasıl karikatürleriyle biliyorsam, gelecekte de karikatürleriyle anılacak asıl olarak…

Koronavirüsüne yenilen yüreği, karikatürlerinde çarpmaya devam edecek.

___________________

(*) Faruk Çağla, Yarın Dergisi, Haziran 1982, Sayı: 10.

(**) 'Faruk Çağla Röportajı', Sorular: Burak Kazan, Tüm Grafikerler Dayanışma Derneği (TGDD) internet sitesi, tgdd.org.tr.