Türkiye, 2008 yılından beri bir operasyon rejimi yaşıyor olsa da yakın tarihe kadar gerçekleşenler daha çok Siyasal İslamcı iktidarın gücünü sınırlayabilecek güç merkezlerini hedef almaktaydı; son aylarda düzenlenen operasyonlar ise iktidar içi hesaplaşmaların ve Erdoğan sonrasında onun yerini kimin alacağı tartışmaları ekseninde gelişiyor.

Habertürk’ün de dahil olduğu yayın grubunun sahibi Can Holding’e el konulmasıyla başlayan ve Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’un tutuklanmasıyla devam eden operasyon da siyasi boyutlar taşıyor; dolayısıyla “temiz eller operasyonu” nitelendirmesini hak etmiyor.


İşin iktidar blokları arasındaki rekabet boyutu ayrı bir tartışma konusu; ama bu vesile ile gördük ki, medya tepeden tırnağa kokmuş, çürümüş halde. Habertürk haber merkezi değil her tür mikrobun kolayca çoğaldığı bir çukura dönüşmüş. Her çalışanı aynı kefeye koymuyoruz ama görünür veya karar verici durumundaki çoğu insanın gırtlağına kadar pisliğe battığını anlıyoruz. Uğradığı prestij kaybının farkında olan kanal yönetimi “arınacağız” dedi ama bu tartışılır.
İslamcı muhafazakar bir aileden gelmesine rağmen bağımlılık yaratıcı madde kullandığı saç incelemesi ile tespit edilen Mehmet Akif Ersoy’un yanısıra, spiker Ela Rümeysa ve diğer bazı isimler hakkındaki grup iddiaları, istihbarat kurumlarıyla içli dışlı ilişkiler, çığırından çıkmış iktidar yandaşlığı bize gazeteciliğin meslek onurunun ayaklar altına gösteriyor. Çok acı bir şekilde anladığımız gibi mesleğin etik kurallarının hiçbiri işlemiyor.
Kaç yıl oldu bilmiyorum ama Habertürk ve iktidar borazanlığı yapan benzeri kanalları hiçbir şekilde izlemiyorum; hatta kumandadan sildim. Kimi yerel televizyonları izlemeyi ruh ve beden sağlığı açısından daha yararlı buluyorum. Çünkü her biri tek bir komuta merkezinden yönlendirilen, konuk listeleri iktidara yakınlık durumuna göre belirlenen, dolayısıyla gerçeği ifade edenlerin kendini ifade edemediği kara propaganda merkezlerine döndü.
Ankara’da uzun yıllar gazetecilik yapmama rağmen çoğunun ismini hiçbir şekilde bilmediğim, AKP’nin iktidar olmasından sonra birden bire ekranlarda peyda olan, gazetecilik geçmişi bulunmayan ve bir anda ortalığı saran bu tipler, gazeteciliğin en temel etik kurallarından bile habersiz. Gazeteci ile haber kaynakları, güç odakları, şirketler, iktidar çevreleriyle olması gereken mesafeler tamamen sıfırlanmış durumda. Bir de “analistler” diye bir kategori çıktı. Kendi alanında uzman veya uzmanlığı tartışılır bu kişiler de, kanal kanal gezerek propaganda mekanizması gibi çalışıyor.
Ekran yüzü kadınlarla ilgili durum ise apayrı bir tartışma. Saç testinde madde kullandığı tespit edilen ve hakkında daha başka iddiaların da gündemde olduğu Ela Rümeysa Cebeci ile ilgili bir paylaşım yapan gazeteci Nevşin Mengü, bazı kadın spikerlerin tarzını ve sosyal medya paylaşımlarını eleştirince tartışmaya başka bir boyut eklendi.
Şöyle diyor Mengü; “Her sabah Instagram’a fotoğraf koyuyorlar ama hep kalça fotoğrafı. Bu kadın arkadaşların kalçasının her kıvrımını öğrendik. Günaydın deyip neden kalçasının fotoğrafını Instagram’a koyar?”
Bir başka saptamayı da Tele2 programcılarından Murat Taylan yaptı:
“Ela Rümeysa Cebeci'nin neden haber sunduğu çok önceden tartışılmalıydı. Haberle fiziği arasında neden fiziğini ön plana çıkardığı, neden onun programlarında kameranın alttan, bacaktan doğru geniş açıya geldiğini sorgulamak lazımdı. Diyebilirsiniz giyim kuşam... Habercilikte böyle bir şey yok arkadaş. Hiçbir haber sunucusu kılığıyla kıyafetiyle haberin önüne geçemez.”
Altına imzamı atıyorum bu sözlerin. Kalça kıvrımlarının, silikon dudakların kapladığı ekranlar sanki bir haberci kanalına ait değil de kadın bedenini teşhir ekranına dönüşmüş durumda. Kariyer basamaklarını hızla tırmanan, aldıkları ücretler hesap dahi edilemeyen bu insanların özel hayatı kimseyi ilgilendirmez. Ancak nasıl ki, haber kanalları mankenlik ajansları değilse ekranı kaplayan kalçalar, sütun bacaklar gerçeklerin karartılmasına vesile oluyorsa işte orada o kalça da genel yayın yönetmeninin iktidar ilişkileri de bizi ilgilendirir.


Jülide Gülizar, Aytaç Kardüz. Gülgün Feyman gibi eski Türkiye’nin spikerlerini hatırlıyoruz ister istemez. Bir de yeni Türkiye’nin spikerlerini… Aradaki fark dağlar kadar büyük, nitelik kaybı ise had safhada…