Hasan Uysal'ın kaybı nedeniyle dünkü yazımızı onun anısına ayırmış, dolayısıyla "Güç kaybeden savunmaya geçer" başlığıyla bir giriş yaptığımız "ticaret savaşı" konusuna ara vermek zorunda kalmıştık...
Sözünü ettiğimiz yazıda bir süre öncesine kadar küreselleşmeyi her türlü araçla dünya ülkelerine dayatmaya çalışan ABD'nin birden "korumacılık" moduna geçmesini onun dünya ölçeğinde güç kaybetmesine bağlamış ve şunları söylemiştik:
"Bu tabloyu gözümüzün önünde tam olarak canlandırabilmek için karşıt süreçleri de görmek gerekiyor... Bu süreçlerin en önemlisi son yıllarda Çin ve Rusya gibi ekonomilerin gelişmesidir... Düne kadar korumacılığın şampiyonluğunu yapan Çin'in günümüzde 'küreselleşme'nin en büyük savunucusu haline gelmiş olması bu açıdan son derece öğreticidir."
***
ABD'nin son başkanlık seçiminde seçim kampanyasını "korumacı" vaadler üzerine kuran Trump'ın başkanlık koltuğuna oturması, ABD'nin konumunda yaşanan bu değişikliğin kamuoyunu da etkilediğini gösteriyor...
Trump'ın yabancı işçilere ve yabancı mallara sınırları kapatma, ABD'nin en büyük ticari partneri haline gelmiş bulunan Çin'e karşı ekonomik yaptırımlar uygulama, hatta "soğuk savaş" döneminde Sovyetler Birliği'ne karşı Çin ile işbirliği yapan Nixon'un politikalarını günümüze uyarlayarak "baş düşman" Çin'e karşı Rusya ile ilişkileri geliştirme gibi politikaları bu bağlamda ele alınmalıdır...
Yani, "ticaret savaşı" her ne kadar ABD ile AB arasında patlak vermiş gibi görünse de esas hedef Çin olmaya devam etmektedir...
ABD Başkanı Donald Trump'ın, ithal çelik ve alüminyum için planladığı vergileri savunurken Çin'i hedef tahtasına oturtmasının nedeni budur.
***
Trump'ın derdinin esas olarak ABD'ye ithal edilen ucuz çelik olmadığını gösteren en büyük kanıt, konuşmasında Kanada ve Meksika'dan ithal edilen çelik ve alüminyuma, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nın (NAFTA) yeniden müzakeresinde başarılı sağlandığı takdirde ek gümrük vergisi getirilmesine gerek kalmayacağını ifade etmesidir...
ABD'ye yönelik ticaret bariyerlerini azaltması halinde AB ile de müzakere edilebileceğini açıklaması da bunu göstemektedir...
Bu çelişkili açıklamalar, sonunda Trump'ın ekonomi başdanışmanı Gary Cohn'un istifasını getirmiştir.
***
Olayın burada da kalmayacağını gösteren işaretler giderek çoğalmaktadır...
İki gün önce ABD yönetiminden iki kaynak Trump'ın Çin'den ithal bilişim teknolojisi, tüketici elektroniği ve telekom ekipmanlarına tutarı 60 milyar doları bulabilecek gümrük vergisi getirmeyi değerlendirdiğini bildirmiştir...
Bütün bunlar olurken ABD ile Çin arasında karşılıklı olarak yöneltilen "elektronik casusluk" suçlamaları yoğunlaşmakta ve ilişkiler gerilmektedir.
***
Sonuç olarak, ABD'nin ekonomik olarak rakiplerinin gelişmesinin gerisinde kalması egemen ekonomik ve siyasal elit arasındaki çelişkileri her geçen gün biraz daha şiddetlendiriyor...
Trump'ın iktidara gelirken beraberinde getirdiği "A Takımı"nın neredeyse yüzde 90'ını bir yıl içinde feda etmek zorunda kalması da bunu gösteriyor...
Dışişleri Bakanı Tillerson'un Trump tarafından görevden alınması da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Unutmayalım ki, Tillerson, siyasi bir kişilik olduğu kadar Exxon CEO'luğu da yapmış olan ve petrol dünyası devlerinin çıkarlarını Dışişleri koltuğundan savunan bir şahsiyettir.
***
Bu çalkantılar, günlük politikaların ötesinde ABD'nin önümüzdeki dönemde içine girdiği gerileme sürecini durdurmak için kimle beraber ve kime karşı olacağı konusunda yaşanan stratejik belirsizlikten kaynaklanıyor...
ABD egemen çevrelerinde bir kesim oklarını Çin'e yöneltirken, başka bir kesim "geleneksel düşman" olan Rusya'nın hedef alınmasını savunuyor...
Bu konuya devam edeceğiz.