Baharın kendini iyiden iyi hissettirmeye başladığı geçen hafta sonu biraz soluklanmak üzere yola koyulmak üzereyken, gözüm apartmanın girişine yerleştirilmiş posta kutusuna takıldı.

Her dairenin posta kutusu tıka basa doluydu.

Elektrik, su, doğalgaz faturaları, pizza, lahmacun reklamları, badana, boya, nakliye işleriyle ilgili işyerlerinin tanıtım ve ücret tarifelerini gösteren broşürler.

Renk renk.

Kimileri kuşe kağıda basılmış.

Kimileri kartvizitlerin bir yüzüne sığdırılmış.

Kutuların tek eksiği acı-tatlı duygularla yazılmış mektuplar.

Kimi askerdeki sevgiliden,

Kimi, gurbetteki oğuldan,

Kimi, dostluğu misket peşinde koşulan yıllara uzanan mahalle arkadaşından gönderilmiş mektuplar.

Bir tek onlar yok.

Şimdiki kuşaklar pek bilmez.

Posta kutusu daha binalardaki yerini almadığı yıllarda, gelen zarflar dağıtım görevlisi tarafından, daire kapısı ile çerçevesinin arasına sıkıştırılırdı.

Ya da kapıyla zemin arasında kalan ince boşluktan içeriye itilirdi.

Az mı gözledik postacının yolunu?

Şimdilerde kelimenin sonunu uzata uzata ''’posta’ diye bağırarak kapıyı tıklatan özel giysili görevliler de, dört gözle beklenen beyaz zarfa itinayla yerleştirilmiş mektuplar da mazide kaldı.

Eskinin miniklerinin dilinden düşmeyen ''’bak postacı geliyor/selam veriyor’’ diye başlayan şarkı bile unutulup gitti.

Unutulan yalnızca sevinçlerin, hüzünlerin, müjdelerin, başlangıçların, sonların habercisi mektuplar mı?

Yardımlaşmalar, selamlaşmalar, komşuluk ilişkileri, mahalle maçları, saklambaçlar, körebeler, yakan toplar…

Birer birer eksildi yaşamdan.

Kanat takmış gibi uçup gitti belleklerden.

Sahi, hatırlayanınız var mı?