9 işçimizin zehirli siyanür atıklarının altında kaldığı İliç altın madeni işletmesinde skandal üzerine skandal yaşanıyor. Kamuoyu bazı bilgileri yeni öğreniyor ama ortaya çıkan gerçekler, öyle gizli saklı kalmış şeyler değil. Ormanına, toprağına, suyuna, canlı yaşamına duyarlı bir avuç insan yıllarca bağrı yana yana haykırdı ama kimseyi ırgalamadı. Felaket göz göre göre geldi.
Misal, yerli ortağı Çalık Holding olan –ki CEO’su Erdoğan ailesinin damadı Berat Albayrak’tı- Anagold firmasının, yöre halkını ikna edebilmek için ABD’ye üç kez götürdüğü herkesin malumu idi. Sadece halk değil kaymakamlar, belediye başkanları, muhtarlar, siyasetçiler bu gezilere katıldı. Sonra ne hikmetse bu geziler sonrasında madenin çevreye zarar vermeyeceği konusunda herkes ikna oldu. Köylüler, sahip oldukları arazileri maden şirketine verdiler, yıllarca yaşadıkları köy yerine yeni bir köy kuruldu ve orada kendileri için yapılan konutlara yerleştirildi. Üstelik, şirket işsizliğin girdabında bulunan yöre halkını da her evden birini istihdam etmek suretiyle madene bağladı. Halkın kaderi maden işletmesinin kaderine bağlı kılındı.
Karşılıklı oturup bir de protokol imzaladılar. Aldıkları paraya karşılık, maden işletmesinin aleyhinde yazıp çizmeyecek, hiçbir şekilde konuşmayacak, herhangi bir yere şikayet etmeyeceklerdi; aksi takdirde aldıkları parayı faiziyle ödeyeceklerdi. Bugün, yöre halkından herhangi bir tepki yükselmiyorsa bunun sebebi işte bu protokol...
Bu ahlaksız, köylünün içinde bulunduğu çaresizliği istismar eden protokol sicili bozuk firmaya öyle bir nefes aldırıyordu ki, isteyip de yapamayacakları hiçbir şey yoktu. O rahatlıkla iki kez kapasite artışına gidildi; Çevre Bakanı Murat Kurum, ÇED raporuna gerek olmadığına onay verdi. O raporları hazırlayan bilirkişiler, bir süre sonra şirket yönetim kurullarına alındı. TMMOB'un açtığı davalarda istenilen sonuçlar alınamadı.
Görünüşte herkes mutlu idi. Halk, yeni evlerinde oturuyor üstelik gençleri madende çalışıyordu. Şirketin menfaat ilişkilerinden beslenen basının vicdanı rahattı; resmi kurumlar, şirketin bağışlarından memnundu. Siyasetçiler için Anagold, altın yumurtlayan tavuktu. AKP hükümetleri, bir daha geri dönüşü olmayan çevre felaketini, güya devlete bırakacağı pay ve kalkınma edebiyatı üzerinden -ki o pay çerez parası bile değil-gizleyebilmenin rahatlığı içindeydi.
Ama gerçekte en kazançlı taraf Anagold ve tabi ki onun yerli ortağıydı. Türkiye’deki maden işletmeleri kemiksiz et sayılırdı onlar için... Bu Türkler yok mu? Ne muhteşem hamallık yapıyorlar bilemezsiniz! Kanadalı şirketin CEO'su John McCluskey, 2018 yılında, BNN Bloomberg kanalında Türkiye'deki yatırımları hakkında açıklamalar yaparken, "Türklerin en iyi yaptığı iş, hafriyat ve taşları bir yerden başka bir yere taşımak..." diyor ve güya methederken alâsından hepimizi aşağılıyor.
Sömürgeci zihniyet böyledir, gelir, yerli işbirlikçilerini bulur, yer altı ve yerüstü kaynaklarını bir sülük gibi emer, servetine servet katıp gider. Geride sana yoksulluk, ölüm, zehir bırakırken seni değersizleştirip, bir de haysiyetinle oynar.
İliç ve daha başka yerlerdeki madenler, şirketler açısından “altın yumurtlayan tavuk”. Ama bizim için gerçekte altın olan, temiz kalmış bir toprak, ciğerleri zehirlemeyen bir hava, bu toprağın kurdu, kuşu, bereketi ve içilebilir suyu değil mi. Su diyoruz; çünkü dünyanın şu anda en önemli sorunu, tükenen su kaynakları. Altının siyanürle ayrıştırılması sürecinde en çok da suya ihtiyaç duyuluyor.
Bir Kızılderili atasözünü anımsamak ve gereğini yapmak gerekir şimdi.
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”