Herkesin farklı bir okuma alışkanlığı vardır. Bazı arkadaşlarım var ki, kitabı okurken en küçük bir leke oluşmasından korkar.

Örneğin, birçok kişinin genel alışkanlığıdır sayfayı çevirirken parmağını diline dokundurmak. ('Gülün Adı' filmi de geliveriyor usuma… Da, konuyu dağıtmayayım…) Niyeyse? (Biliyorum elbette, çift sayfa çevirmemek için alınmış bir önlem bu…) Islanan parmak ucu, kitap sayfasında dokunduğu yere leke bırakır oysa…

Yine yaygın bir alışkanlık:

Kitabı okurken ara vermek gerektiğinde kalınan sayfayı üst ya da alt köşesinden bir üçgen oluşturacak şekilde kıvırıvermek.

Kitapta en küçük bir leke oluşmasından korkan arkadaşlarım, bunları yapmayanlar… Dahası, yapanlara tepkili…

Bir başka alışkanlıksa, özellikle de okumanın yanısıra yazmakla da uğraşanlarda yaygın olan bir alışkanlık var ki, ilgi çeken tümcelerin ya da dizelerin altını çizmek…

Kitapta en küçük bir leke oluşmasından, yıpratılmasından korkan arkadaşlarım, buna da tepkili…

'Çizme, not al!' diyorlar…

Daha yeni yaşadım. Bir ay bile geçmedi üzerinden.

Belediye otobüsünde oturma şansını yakalayınca, çantamdaki kitabı çıkarıp okumaya devam etmiştim. Bir elime kalem de alarak… Bazı tümcelerin altını çizince, yanımda oturan kadın, 'Keşke çizmeseniz' demişti. Sonra epeyce konuştuk o kadınla. Apayrı bir anı, apayrı bir yazı konusu da, geçeyim bunu da şimdilik…

***

Ben işaret parmağının ucunu diline dokundurup sayfayı çevirenlerden değilim. Kitabı okurken ara verdiğimde, kaldığım yeri belirlemek için sayfanın alt ya da üst kenarını kıvırmak yerine ayraç kullanmayı severim. Ama, tümcelerin dizelerin altını çizmeden edemem. Bir kitabı okuyup bitirdiğimde, altını çizdiğim yerlerin çokluğu, o kitapla kurduğum gönül bağını da gösterir…

Ama altı çizilmiş her dize, 'mükemmel', 'çok güzel!' dizeler değildir…

Çizmem, bazen çok güzel bulduğumdandır, bazen eleştirmek içindir, 'Böyle de olmaz ki!' demek için… Bazense, tematik anlamda sınıflamak için…

Türk şiirinin tematik coğrafyasına ilişkin merakım, ölene kadar sürecek bir merak çünkü bende...

***

Niye yazdım ki ben bunları?

Şunun için…

Bu yıl okuduğum onlarca şiir kitabından birisinde (*) altını çizdiğim dizeleri anmak için.

Altını çizdiğim ilk iki dize şöyleydi:

'Taşıdığın en ağır yüktür

Düşlerinde bir çocuğun ağlaması'.

***

Sonrakiler mi?

'Bilmediklerim, bildiğimden çokmuş'.

'Susuz kalmış ceylanları / Irmak boylarına çağıran / Sağaltan örselenmiş yaraları / Ve umutları çoğaltan / Bir büyü var sesinde'.

'Bütün arayışlar boşuna şimdi / Kayıplar arasına çoktan yazılmıştır / Aşka giden yolun adresi'.

'Yorgun düşmüş bir rüzgar / Dinleniyordu pervazında pencerenin'.

'Kırılan bir dalın / Sesini koydum yerine…'

Ve…

'Yükünü boşaltmaya hazırlanıyor bulutlar / Bir yaprağın gölgesinde dinleniyor rüzgar / Ben yeni bir şiire başlıyorum / Seni unutmanın imkansızlığı üzerine'.

***

Rüzgar bir pencerenin pervazında ya da bir yaprağın gölgesinde dinlenirken başlıktaki soruşyu anımsatayım ben:

'Öteki Adı Aşk' olan bir ömür mü ördüğünüz?

___________________

(*) H. Recai Atalay, 'Öteki Adı Aşk', Afrodisyas Sanat Yayınları, Birinci Basım: Şubat 2014, İzmir.