Halkın egemenliğinin esas alındığı yönetim biçimine demokrasi diyoruz. Günümüzde demokrasi en geniş kabul gören bir kavram olması nedeniyle ideal yönetim şeklinin demokrasi olduğu üzerinde neredeyse herkes hemfikirdir. Bir rejim olarak demokrasinin insanlar için iyi bir şey olduğu ve bu nedenle de arzu edildiği üzerine ortak bir görüş söz konusudur. Günümüzde vatandaşların yönetimde daha çok söz sahibi olabilmelerinin ve oy verme dışında yönetime katılımlarının nasıl sağlanacağına ilişkin alternatif katılım mekanizmalarının neler olabileceğine yönelik araştırmalar da yapılmaktadır. Devam eden çözüm arayışlarıyla birlikte, dünyanın çeşitli yerlerinde ulusal ve bölgesel düzeyde kabul görmüş çeşitli katılımcı demokrasi uygulamaları ortaya çıkmakta; değişik düzeylerde başarılı uygulamalar da hayata geçirilmektedir.
Yapılan bir araştırmada 13 ülkede siyasi durumun "belirgin bir biçimde kötüleştiği" vurgulandı. Bu ülkeler arasında Yemen, Mozambik ve Türkiye'nin bulunduğu belirtilirken resmi olarak "demokrasi" ile sınıflandırılan ülkelerde de birey haklarının kısıtlandığı ve hukuk devleti standartlarının da aşındırıldığı ifade edildi. Bunun özellikle Türkiye için geçerli olduğu, aynı zamanda Polonya ve Brezilya'da da görüldüğü kaydedildi. Türkiye'nin "dengesini kaybettiği"nin belirtildiği araştırmada, dünyanın hiçbir ülkesinde kuvvetler ayrılığı ilkesinin Türkiye'deki kadar zedelenmediği ifade ediliyor.
Demokrasi krizi ABD’den Kuzey Amerika’ya, Avrupa’dan Asya’ya kadar tüm dünyada yükselişini sürdürüyor. Peki demokrasilerde krizler bireylere ve onların demokrasi tanımlarına nasıl sirayet ediyor? Neden dünya çapında demokrasinin gerilediği, kişisel hak ve özgürlüklerin tehdit edildiği ortamda otoriter eğilimler sergileyen liderler yükselişte? Popülist liderler, insanlara doğrudan ulaşmayı seçerek orta düzey mekanizmaları ortadan kaldırıyor. Bireyler, eylemlerinin yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde kararları etkilediğini düşündüklerinden, bu doğrudanlıktan daha memnun olabiliyor ve otoriter eğilimli olduğunu bilseler de “güçlü” olarak tanımladıkları liderlere oy vermeyi sürdürebiliyorlar. Örneğin; AB 2004’te Türkiye’nin sırtına Kıbrıs hançeri saplamamış olsaydı, bugün Avrupa güvenliği de Türkiye’de liberal demokrasi ve ekonominin gelişimi de daha iyi bir durumda olacaktı. AB siyasi miyopluğuyla Türkiye üzerindeki yaptırım gücünü çoktan kaybetti. Ukrayna savaşı ve Trump’ın gelişiyle dünyada da kaybediyor.
Demokratik bir yönetim için gerçekleşmesi gereken altı asgari kurum bulunur. Bunlar: Seçilmiş temsilciler; özgür, adil ve sık yapılan seçimler; ifade özgürlüğü, alternatif bilgi edinme kaynakları, kurumsal özerklik ve vatandaşların dahil edilmesidir. Eleştirilerin odağındaki en temel konu ise vatandaş katılımının seçimlere indirgendiği ve yetersizliği olmuştur.
Bir taraftan da Türkiye’ye ev ödevi olarak verilen Kopenhag Siyasi Kriterlerinin AB üyesi ülkeler tarafından her gün delik deşik edildiğine tanık oluyoruz. AB’nin Almanya, Fransa, İtalya gibi çekirdek ülkeleri Gazze faciasında değerler siyasetinin siyasi ve ideolojik çıkarlarla değiş tokuş edilebileceğinin acı örneklerini verirken; Trump da bu yeni “güçlünün hukukunu” zirveye taşıdı.
Türkiye ise Batı ile demokrasi ve hukuk devleti yönlerinden açılan makası, Batıya artan jeopolitik ağırlığıyla kapatmayı önererek aslında bundan farklı bir şey yapamıyor. Sonuçta olan ekonomik ve demokratik statüleri eriyen, seslerini duyurma hakları medya ve muhalefete baskılarla mağduriyet yaşayan halka oluyor. Son ABD ziyaretinde de gördük ki ABD’nin küresel üstünlüklerini kullanarak ticari konularda ülkelere isteklerini dayatarak dünya düzenini değiştiriyor.
Trump’ın gözünde sadece para ve ekonomi var. Ve hangi ülkeden neyi fazla alırımın hesabını yapıyor. Güçlü Rum ve Yahudi lobileri ise ABD’ye her istediğini dayatıyor. Bize gelince; Trump’ın tüm dünyaya satmak istediği Amerikan gazı Rus gazından iki kata yakın pahalı ve 20 milyar dolar daha fazla ödeme yapılacak. Nükleer santral kapısı da açıldı. THY 225 Boeing uçağı alacak, imzalar atıldı. ABD mallarına gümrük vergisi sıfırlanması da var (yılda 150 milyon dolar). Peki ya Rus S-400’leri? Ya bize ver ya da iade et! Anlaşılıyor ki S-400’leri 2.5 milyar dolar vererek mezara çoktan gömdük. Ya KAAN savaş uçağının durumuna ne demeli! Motorlarının bile ABD’nin iznine bağlı olduğunu Dışişleri bakanı resmen açıkladı. Böyle devam ederse Amerikan odaklı politikalarla hiçbir yere varılamayacağı apaçık ortadadır.