İktidar ve muhalefetin krize karşı çözüm önerilerini karşılaştırmaya Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın açıklamaları ile başlamıştık...

Ancak hiç kuşkusuz, iktidarın politikasını Albayrak değil Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan belirliyor...

O nedenle esas olarak Erdoğan'ın açıklamalarına bakmak gerekiyor.

***

Bu açıklamalar günlerdir medya organlarının manşetlerinde yer aldığı için burada bir kez daha tekrarlamayacağız...

Kısaca özetlersek, krizin başlangıcında uzlaşmacı bir ton taşıyan demeçler ve konuşmalar giderek sertleşmiş ve sonunda olay 'ekonomik bir savaş' olarak nitelendirilmiş bulunuyor...

Dahası, eğer bu tutum sürdürülürse Türkiye'nin yeni müttefikler arayacağı da dile getiriliyor.

***

Bu açıklamalar, 1964 yılında ABD Başkanı Johnson'un Kıbrıs konusunda tehditkar bir mektup yazması üzerine dönemin başbakanı İsmet İnönü'nün 'Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır' sözlerini hatırlatıyor...

O dönem soğuk savaş dönemiydi ve Türkiye'nin manevra alanı bugünküne göre çok daha dardı... Nitekim ABD bilinen tutumunu sürdürdüğü halde ne yeni bir dünya kurulabilmiş ne de Türkiye o dünyada yerini alabilmişti...

Günümüzde ise durum biraz daha farklı.

***

Bu fark, ABD'nin 1990'lı yıllarda dünyanın tek egemen gücü haline geldikten sonra ekonomik gücünü kaybetmeye başlamış olmasından kaynaklanıyor...

Son yıllarda, özellikle Trump'ın başkan olmasından sonra, ABD 'küreselleşmeci' tutumları adım adım terk ederek 'korumacı' pozisyona çekiliyor ve piyasa ilişkileri yerine 'yaptırım' siyasetine ağırlık veriyor...

Çin'e karşı ilan edilen 'ticaret savaşı' Rusya, İran, Venezuela gibi 'düşman' ülkeleri kapsamına aldıktan sonra AB ve Türkiye gibi 'ABD'nin stratejik müttefiklerini' de içerecek şekilde genişletiliyor... Bu da ABD'yi 'yalnızlaşma' sürecine sürüklüyor ve 'yeni bir dünya'nın kurulma ihtimalini artırıyor.

***

Görünen o ki, bu 'yeni dünya' muhtemelen 'çok kutuplu' bir dünya olacak...

Bu dünyada ABD'nin 'borazanı' eskisi gibi ötmeyecek!..

Ve bölgesel ittifaklar ön plana çıkacak.

***

Son yaşadığımız kriz de bu gelişmelerin işaretlerini veriyor...

ABD'nin Türkiye'yi hedef alan yaptırımları, bu tür yaptırımlara daha önceden maruz kalmış bulunan Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin protestolarına ve Türkiye ile dayanışma mesajlarına ve girişimlerine yol açmakla kalmıyor...

AB gibi 'ara güçler' tarafından da kınanıyor.

***

Siyasal gelişmelere baktığımızda da benzer bir tablo görüyoruz...

Hatırlanacağı üzere 1990'lı yılların başlarında ABD, Irak Hükümetini hedef aldığı zaman neredeyse tüm dünyayı yanına alabilmiş ve BM gibi uluslararası kuruluşları da peşinde sürükleyebilmişti...

Ancak son 'Suriye seferi' sırasında çok farklı bir tablo ortaya çıktı... ABD müdahale amacıyla bir 'koalisyon' oluşturmakta çok zorlandı ve Türkiye'nin de katıldığı bu koalisyon kısa sürede dağıldı.

***

İran'a yönelik son yaptırım girişimi de tüm baskılarına karşın ABD'nin bir türlü müttefiklerinin desteğini alamadığını gösteriyor...

ABD, bu 'yalnızlaşma' sürecini geri çevirebilmek için giderek daha fazla 'doların gücüne' ve askeri tehditlere başvurmak zorunda kalıyor...

Böylece dostlarını' gücendirmekle kalmıyor, zaten eski gücünde olmayan doların 'dünya parası' olma işlevini de zayıflatıyor.

***

Özetlersek, iktidarın son krizde takındığı tutum, yani ABD'nin yaptırımlarına benzer şekilde cevap verme ve ABD'nin hedef aldığı başka ülkelerle ilişkilerini geliştirme tutumu, 'zamanın ruhuna' uygun görünüyor...

Hiç kuşkusuz, bu tür büyük dönüşümler öyle kısa vadede kolayca gerçekleşmiyor...

Yine de gelişmelerin yönüne uygun bir pozisyon alabilmek önemli.

***

Ne var ki, ortada bir sorun var...

O sorun, yıllarca sürdürülen neo-liberal politikaların bu yön değişimini gerçekleştirmede kullanılabilecek en önemli araç olan kamu sektörünü zayıflatmış, hatta yok etmiş bulunması...

Devasa boyutlarda dolarize olmuş ve borçlanmış özel sektör ise kıpırdayabilecek durumda değil.

(Devam edecek)